Bugünlerde birçok sivil toplum kuruluşu harıl harıl sosyal sorumluluk sevdalısı şirketlerin kapısını aşındırıyor. Tek beklentileri “dünyaya yeni gelen bir bebek” gibi özen gösterdikleri sosyal projeleri için kaynak bulmak…
Uzunca bir süredir “sosyal sorumluluk rüzgarı” esiyor.
Vicdanlarımızı “aklamakla” “fırsatçılık” arasında gidip gelen bir tonlaması var esen rüzgarın.
Özellikle geride bıraktığımız yüzyılda daha iyi bir yaşam adına;
İnsan haklarını “yok” saydık!
Doğadan ödünç aldıklarımızı geri vermemeyi marifet bildik…
Açlık ve yoksulluğa terkedilişi “kaderleştirdik”!
Salgın hastalıkları Tanrı’nın gazabı diye geçiştirdik…
Rüşveti “bahşiş”,
Suistimali “süreç”,
Yolsuzluğu “oyunun kuralı” belledik!
Biri Berlin’de diğeri Wall Street’te iki duvara çarpınca
“başarının” ve “zenginliğin” parayla ilişkili olamayacağı gerçeği ile yüzleştik! (Daha değil ama “eli kulağında”)
Tam “tıkandık” ,”tükendik” derken…
Belki de “engelli bir gezegenin” son yardım çağrılarından esinlendik ve
“sosyal sorumluluğu” icat ettik!
Yani, 150 yıldır süren “sorumsuzluklarımızın” üzerine örtmek istediğimiz bir “battaniyeyi”… Bunun da “suyunu çıkartmak” üzereyiz. “Sorumluluk” adına, “sorumsuzlukların” daha ön plana çıkmakta olduğu bir dünyanın kapısından içeri giriverdik!
Öyle bir noktaya geldik ki…
Sanki şirket yöneticileri ellerinde sepetleri STK pazarında alışverişteler…
Raflardan proje seçiyorlar. Tüketici gözünde hangi proje ile daha fazla puan alırlar ve dolayısıyla satış yaparlar!
Durum böyle olunca bazı STK’ların sağladığı kaynaklar diğer STK’ların olası kaynaklarının köküne kibrit suyu damlatıyor. Yani STK’lar arasında bir pazar payı kavgası görünümü var.
Geçmişinden ders çıkartmayan iş dünyası, sosyal sorumluluğu “iş” gibi yönetmek istiyor. Satın alma süreçlerini geçerli kılıyor! STK’ları neredeyse birbirine kırdıracak! Rekabeti olabildiğince körüklüyor!
Oysaki sosyal sorumluluk samimiyettir.
Çünkü sosyal sorumluluk önce “bireysel sorumluluktur”!
Bireyleri yeterli sorumluluk bilincine ulaşmış şirketlerin yönetim kademelerinde kendilerini bu bilinçle donatmış yöneticiler oturur. O zaman koltuklarının altında dolaştırdıkları dosya “kurumsal sosyal sorumluluk” olabilir!
Ancak o zaman bu yöneticiler STK’ları birbirine kırdırmak ve bunlar arasında “konkur” yapmak yerine, toplumdan ödünç aldıklarını yine topluma iade edecek işbirliği zeminlerini uzun dönemli oluşturabilirler.
Unutmayalım…
Bu yüzyıl “bireylerin küreselleştiği” bir yüzyıl olacak.
Bireylerin küreselleşmesinin izdüşümü sivil toplum kuruluşları olacak. Yani bir anlamda sivil toplumun yüzyılı olacak.
Kendilerini ve projelerini adı sanı “büyük” şirketlerin gündemlerinde bozuk para etmek istemeyen sivil toplum kuruluşları bilmelidirler ki;
Çalışanlarının en az yarısının bir sivil toplum kuruluşunun üyesi olmayan şirketlerden bir hayır gelmez…
Çalışanlarının en az yarısının şirketin gönüllülük projelerinde aktif olarak görev almadıkları kuruluşlardan bir hayır gelmez.
Genel müdürlerinin sade, basit giysiler içinde ve yeri geldiğinde ayakkabıları çamurun içinde sosyal projelerin içinde çalışanlarına örnek olmayan şirketlerden bir hayır gelmez.
Gelse gelse, sivil toplum kuruluşlarının proje önerilerine “hayır” cevabı gelir!
OSMAN UNAL
Kasım 23, 2010Eline sağlık Salim üstad,
Keyifle okudum …okurken gerçeklerle yüzyüze geldim…hem öğrendim…hem düşündüm.
Karbon salınımı ,çevre kirliliği varmış olsun biz reklamımızı yapalım da .STK larda görev yapmayı ya da Sosyal Sorumluluk Projelerinde yer alırken basında yer almayı ya da ses getirmeyi daha fazla önemsiyoruz sanki yaptıklarımızdan…
Karşılıksız kendimiz için ..ailemiz için …yaşadığımız çevre için küçük çabalar dahi çok önemli diye düşünüyorum.
Sevgiyle
Osman ÜNAL
Yavuz Can Yazıcı
Kasım 23, 2010Aklına, ruhuna, eline sağlık, çünkü bu pespayelik başka türlü yazılamazdı… Değindiğin tema, değdiğin herbir konu, apayrı birer yazı başlığı ve hepsi de ciddi birer küresel problem…
Sosyal sorumsuzluk, hatta insafsızlık, haysiyetsizlik, fırsatçılık örnekleri, küresel çapta çoğaldığı gibi, bizim çöplükte de oldukça pespaye hale geldiğini rahatlıkla belirtebilirim…
Pazarda bir adım önde olabileceklerini sanarak “Kurumsal ahlaksızlık”larını sözde kurumsal sosyal sorumluluk projeleri ile örtmeye çalıştıklarını “battaniye” benzetmesi ile tanımlamana bayıldım, gerçekten…
Kurumsal algı ve İtibar yönetimi alanındaki deneyimin, küresel boyuttaki gözlemlerin, vizyoner çalışmaların, kitapların ile devam eden üretkenliğine, şimdi de şahsi olduğu kadar mesleki olgunluk ve vicdan boyutunu da katmışsın, kanımca… Bu ustaca karışıma şahit oldum, bu yazında… Bu nedenle olsa gerek son derece yerinde tespitlerin, gerçekleri cesaretle dile getiriş tarzından büyük keyif aldım…
Şimdi sıra, bu sanimiyetsiz, fırsatçı ve sorumsuzluk örneklerinin sahiplerini adlı adınca yazmakta… Gerçi İtibar Yönetimi adlı kitabında değinmiştin ama tıpkı bu makaledeki tema ve uslupla dünyadaki ve ülkemizdeki örnekleri de mercek altına almanın zamanı geldi, diye düşünüyorum…
Şahsen, zaman zaman adlı adınca yazmaya çalıştım, bazı pespaye örnekleri… Bir vucut salvosuyla bir adım öne geçebilmek adına yapılan maskaralıkları dillendirdim, sıcağı sıcağına…
Ali Ağaoğlu’nun ulusa malolmuş Basket Milli Takımı’na en baştan, edepleri, kuralları ile destek veren sponsorları by-pass ederek bağışladığı daireler, yemek ziyafeti ile nasıl rol çaldığını, mesela…
Hiç gereği ve ihtiyacı yokken Murat Ülker’in Burhan Doğançay’ın tablosunu sanki gizlice 2.2 milyon dolar verip medyatik olmak istememiş gibi yapıp Türk ressamlarını destekliyormuş havası yaratarak aslında itibar satın almaya çalıştığını, mesela…
Halen en beğendiğim şirketler arasında yeralan Borusan’ın ümit vadeden gençlerimize yurtdışında ciddi okullarda müzik eğitimi sağlamak için tanınmış iş adamlarının bireysel desteklerini sağlamak karşılığında flarmoni orkestrasının şefliği payesi verilmesi ciddi, ağırbaşlı ve örnek bir projeydi ama… Rahmi Koç’tan sonra rafa kaldırılıp, Cem Yılmaz popülerliğine biat edilerek ağırbaşlı stratejilerinden sapıp bir anda medyatik olmanın dayanılmaz hafifliğine nasıl da iniverdiklerini gördüm, mesela…
Sadece kendi duruşları ve kazançları ile varolmakla meşgul Ajda Pekkan’ından Gülben Ergen’ine kadar sanatçılığı tartışmalı medyatik starların Doğu’daki çocuklara, yaralı askerlere sözde el uzatma düzenbazlıkları, mesela…
Keza küresel pazarlarda en yüksek paya sahip olacağım, lider olacağım derken dünyanın içine eden BP’ye ne demeli? Doğal kaynaları koruma sevdalısı WWF’in neden BP’ye açık seçik kınama göndermediği de gözümden kaçmadı, mesela…
Çocuklar başta olmak üzere, sağlık, açlık konularında dünyanın en güzide kuruluşlarından UNICEF’in başkanlığına, baba/oğul Bush’ların Tarım Bakanı, sonra da dünyanın zehirli tohum üreticisi Monsanto’nun yönetiminde yer alan Ann Veneman’ın gibi şaibeli birinin neden getirildiğini, mesela…
Senin de kitabında değindiğin dünya enerji devi Enron’un ahlaksız işlerinin ortaya çıkıvermesiyle nasıl da tarih olduğunu, mesela…
Özellikle son kürsel finans krizi ile kağıttan kaplan oldukları anlaşılan devlet gibi güçlü şirketlerin ortaya çıkan foyaları ile örnekler oldukça çoğalmadı mı, sence?
İşte tüm bu worst case’leri üniversitelerde halkla ilişkiler okuyan çocuklar dahil, kurumsal itibar adına pazarlamanın bir alt dalı haline gelmeye yüztutan sosyal sorumsuzluk örneklerini de tek tek yazmanı, Pazarlama Zirvesi bezeri organizasyonlarla iş dünyasına da anlatmanı, bu yönde lider olmanı bekliyorum, açıkçası…
Senden beklediğim bu yeni boyuttaki çalışma ile bizim çöplükteki yalaka PR’cıların da mesleğimize özen gösterip sahip oldukları kirlenmiş algının değişmesini umuyorum ki, övüneceğim sürdürülebilir projeler, insan örnekleri artsın, hayat kalitem de keza…
Mesleğimizin aynı zamanda diğer tüm sosyal bilimler, yerel ve küresel değerler ile nasıl beslenmesi gerektiğini açık açık ortaya koymanın da bir sorumluluk olduğuna inanıyorum…
Belki de en önemlisi, değindiğin tüm konuların özünde doğa ve insana saygı kavramları bulunuyor… Bu iç içe geçmiş, birbiri ile etkileşim halindeki kavramların aslında piyasalar için birer pazarlama nesnesi değil, sürdürülebilir bir hayatın “kalite öznesi” olduğunu yeni baştan hatırlatmak gerekir, diye düşünüyorum.
Özellikle bizim gibi ülkelerde, topluma örnek olmayı sürdüren 100 yıllık kurumlar yok, maalesef… Bu nedenle, şirketlerin ve kurumların tüketicisi ya da müşterisi olmasam da varlığından ve faaliyetlerinden olumlu yönde etkileneceğim örnek davranışlar sergilemeleri gerektiğine, inanıyorum.
Çünkü, şirketler de insanlar gibi olmalıdır…
Bireyler ve aileler olarak çevremizi nasıl oluşturuyorsak, şirketlerin de iyi günde, kötü günde yanımızda olan, özü, sözü bir, göründüğü gibi olan, başarılı, keyif veren, bize değer katan eskimeyen dost, arkadaş, tanıdık gibi olması gerekmez mi?
Uzun ömürlü olmak isteyen şirket ve kurumlar için aslolanın “ne kadar pazar payına sahip olduğu değil, müşterisi veya tüketicisi olmasam da gönlümde ne kadar yeri olduğu”dur…
Sevgili Kadıbeşegil,
Her satırın, koyu harflerle belirttiğin her kelimen ile mükemmel ifade ettiğine inandığım, okumaktan ve paylaşmaktan keyif duyacağım bu ders niteliğindeki makalen için sana şükranlarımı sunuyorum.
Yavuz Can Yazıcı
Samih Yedievli
Kasım 23, 2010Selamlar, şirketler tarafındaki değerlendirmelerine genel olarak katılıyorum, bazı konuları farklı ifade etmeyi tercih etsem de, genel olarak hemfikirim.
Diğer yandan STK’lar tarafına da bakmayı öneriyorum:
10 yıla yakın profesyonel STK Yöneticiliği yapmış, 20 yıla yakın gönüllü olarak STK’larda çalışmış, STK’ların iyi yönetişim ilkelerine göre faaliyet göstermeleri için sertifika programları düzenlemiş birisi olarak… Şu soruları sormak istiyorum:
1. Hangi STK’da tanımlı iş etiği kuralları günlük işlerin bir parçası olmuş?
2. Hangi STK yönetişim ilkeleri ile yönetimle icra arasındaki ilişkiyi bu ilkeler ile yönetiyor?
3. Hangi STK paydaşlarının beklentileri ile stratejileri arasında uygunluğu sağlamış?
4. Hangi STK performansını ölçüyor ve iyileştirme faaliyetlerini sistematik olarak gerçekleştiriyor?
5. Hangi STK’da itibar bir performans ölçütü; itibarı yükseltmek için iyileştirme faaliyetleri yapılıyor?
…
Bence tencere dibin kara benimki senden kara durumu var. Yukarıdaki koşulları sağlayan her STK gerekli kaynaklara ulaşacaktır.
Konuyu gündeme getirdiğin için teşekkürler, sevgiler,
ömer özkan
Kasım 24, 2010Elinize sağlık salim bey,
“Oysaki sosyal sorumluluk samimiyettir.”
Kilit cümle bu sanki…
İyi Çalışmalar
Ömer ÖZKAN
iclal Aydin
Kasım 24, 2010Merhaba
Sadece sizin yazdiklarinizi degil size yapilan yorumlari da ayni ilgi ve zevkle okudugumu bilmenizi isterim…
Sevgiler
Iclal Aydin