Sonunda “bunun” da suyunu çıkartmayı başardık.
Sivil toplum kavramının içini boşalttık. Sivil toplumun doğasındaki topluma ait
çıkarları, bir şirketin, bir sektörün ya da özel çıkarları amaçları
doğrultusunda örgütlenmiş ama “sivil
toplum” şemsiyesi altında faaliyet gösteren kurumların inisyatifine terk
ettik!
Dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları, sendikalar, kâr
amacı gütmeyen organizasyonların kavramsal olarak buluştuğu sivil toplum neden
bu kadar önemli hale geldi de “özel
çıkarları olanlar” birden kapısına üşüştü?
20 yüzyıla girerken kaybettiğimiz değerleri arıyoruz…
İnsan hakları, etik, toplumsal yaşamın temel ahlâki davranışları, doğayla uyumlu yaşam vb…
Bu arayışın arkasındaki kitleler her türlü yöneten ve
özellikle hükümetler üzerinde büyük
baskı oluşturdular ve oluşturmaya da devam ediyorlar…
Kanunlar, yönetmelikler, uygulamalar hep sivil toplumun
dayatması ile yaşamımıza girmeye başladı. Sivil toplum güçlendi, palazlandı,
serpildi, boy verdi!
Buraya kadar güzel! Olması gerekene doğru bir gidişti zaten
bu…
Ama alışkanlıklarından vazgeçmek istemeyenler, kurulu
düzenlerinin bozulmasını istemeyenler var tabii. Ve baktılar söz
geçiremiyorlar, eskisi gibi dudaklarındaki düdüğü üflediklerinde oyunun kurallarını artık kendileri belirleyemiyorlar, “formalarını” değiştirdiler.
Dernekler kurdular…
Vakıflar kurdular…
Meslek kuruluşları adı altında bir araya geldiler.
Küresel çapta çok üst düzeydeki ilişkilerini, maddi olanaklarını bunların kullanımına verdiler…
Bir yanda maddi olanaksızlıklar ile ofis bile tutamayan,
gönüllü çalışanların katkısı ile ayakta durmak için çırpınan ve misyonlarına
uygun bilgi ve eylem üretimi çabalaması içindeki “temiz toplum kuruluşları”, diğer yanda ise, bunların sahip oldukları olanaklarla kıyas kabul etmeyecek maddi ve manevi donanıma sahip, bir telefonla hükümetlere bile ulaşabilecek monopolist şirketlerin desteklediği “sözde” sivil toplum kuruluşları!
Haksız rekabet yani!
Bu gezegenin temel sorunları arasında yer alan; küresel
ısınma, genetiği değiştirilmiş organizmalar, nükleer enerji, yağmur ormanları
gibi konuların içinde bir dolaşın. Her birinin içinde, bu alanlarda
geleceklerinin tehdit altında olduğunu gören ancak küresel güçleri nedeniyle
son derece etkin olan monopolist şirketlerin bir takım dernek, vakıf ve meslek
kuruluşlarının şemsiyesi altında bir araya geldiklerini göreceksiniz. Sahip
oldukları güçle “temiz toplumun” sesini kısmaya ve hatta yok etmeye yönelik
faaliyetlerine tanık olacaksınız. Bu kurumların arkasında üyelik, sponsorluk, bağışcılık kanallarının ne amaçla, nasıl işletildiğine tanık olmak insanı ürkütüyor.
Acımasız…
Gerçekleri çarpıtıcı…
Rakipleri olan “temiz toplum kuruluşlarını” “yok” etmek üzerine odaklı…
“doğuştan engelli” bir zihniyet….
şimdi karşımıza, dernek, vakıf vb kurumsal isimlerle çıkabiliyor. Sokaktaki vatandaşın kafasının karışmasına neden olabiliyor. Politika ve stratejilerin değiştirilmesinde
etken olabiliyor.
Dahası, görüşlerinin arkasına büyük maddi imkanlar sunarak sipariş ettikleri “bilimsel” verilerle yaşamın gerçeklerini “altüst” edebiliyorlar.
Bu aslında yeni bir model değil. Geçen yüzyılda sigara üreticilerinin oyunu idi! Özellikle 1960’lar sonrasında “sigaranın sağlığa zararlı olmadığı” tezini savunan ve bu anlamda kamuoyu oluşturma gayretleri içinde olan dernek ve vakıfların arkasındaki
şirketlerin kim olduklarına bakmak yeterli! Bu modeli şimdi; et, süt, tohum,nükleer enerji, termik santraller, genetiği değiştirilmiş organizmalar, ilaç gibi insan yaşamının temel noktalarında faaliyet gösteren ve bir çoğu ABD kökenli küresel şirketler uyguluyorlar.
Bizi esenliğe “temiz toplum kuruluşları” taşıyacak! Toplumsal çıkarları kendi öz çıkarlarının önünde tutan;
Bunun için bilgi üreten…
Gönüllülük esasına dayalı…
Parasının pulunun nereden geldiğinin ve nereye gittiğinin hesabını her daim herkese göğsünü gere gere verebilen…
Toplumun bütün kesimlerini temsil edenlerin bir araya gelebildiği…
Sarı formaları içindeki sözde sivil toplum kuruluşlarının söz ve diş geçiremediği…
Murat LeCompte
Mayıs 11, 2011Gözlemler doğru; bu bildiğimiz NGO ve CONGO (Corporate NGO) tartışması. İşin bir de şu yanını unutmamak lazım: Bir çok STK toplum gönüllüleri tarafından kuruluyor, ancak bir süre sonra finansal olarak varlıklarını sürdürebilmek için büyük şirketlerden destek ve/veya sponsorluk almak zorunda kalıyor. Burada önemli olan o STK’nın orijinalde var olan ilk misyonu ve hedeflerini kaybetmemesi. Nice STK görüyoruz ki gerçek anlamda bir sivil toplum misyonu ile yola çıkmışlar, ancak bir kaç yıl içerisinde uluslararası şirketlerin desteği ile büyüme çabası içine girip o misyonu biraz değiştirmişler. Açıkçası yazıda sözü geçen, daha ilk start çizgisinden itibaren küresel şirketlerin desteği ile kurulan NGO’ları bu anlamda biraz daha “dürüst” buluyorum. En azından başından itibaren rengi belli, misyonu belli, hedefler belli, arkada bir gizli gündem yok. En kötüsü ise “dünyayı biz kurtaracağız” diye yola çıkıp, çalıştıkları konularda radikal değişiklikler hedefleyen, ancak bir süre sonra böyle devam edemeyeceğini anlayıp mali destekler alıp çizgisini değiştiren kuruluşlar. Maalesef STK nedir, kurumsal STK nedir, bunların yapıları nasıl olmalıdır diye bir “rehber” yok dünyada.
Saygılar,
Murat
Ferruh Tunç
Mayıs 11, 2011Salim Bey,
Değerli bir yazı. Devamını çağıran bir yazı. Gerçekten de, beyaz yakalılarımızın (onlara bazen beyaz Türk de diyorlar) haylidir sivil toplumculuğu, şirketçiliğin, şirket halkla ilişkilerinin devamı olarak asimile etmekte olduğu yerde sizin bir halkla ilişkilerci (iletişimci demem sanırım daha doğru sanırım) buna değinmenizi beni sorumlu bir yurttaş, iflah olmaz bir temiz toplunmcu ama aynı zamanda sorumlu bir iş yöneticisi olarak yüreklendirdi. Elinize sağlık.
Görüşmek konuşmak dileği ile,