Yeni bir turizm sezonu…
Yeni umutlar, bekleyişler…
Şeker bayramı tadında olmasına odaklanmış işletmeler…
Ama “bir sıkıntı ve endişeye” yerini bırakmış bakışlar altında günü kurtarma çabasının gözlerden kaçmayan yansıması.
Yerli turiste “tav” olduğumuz belki de ilk sezon. Çin hükümetinin teşviki ile ülkemize gelen Çinli öğrencileri saymazsak Türkiye’nin farklı yörelerinden Ege’ye gelenlerle neredeyse bahis oynayacağız; “Ne kadar da İsveçliye benziyorsunuz”, “Valla Alman sandım sizi önce”, “İspanyol bir arkadaşım vardı ona benzettim”…
Türkiye’nin dış politikası önce turizmimizi yalnızlaştırdı. Rezervasyonlar neredeyse “sıfır” çekiyor. Yabancı turiste dayalı beylik turlar zaten aylar önce mesajlarını vermişlerdi. “Kimsenin gündeminde bu yaz Türkiye yok”.
Anlaşılan o ki biz bizle baş başa kaldık.
Topu topu 70 günlük bir sezon. O da içine 15 Temmuz’lar girmezse!
“Her şey dahilcileri” bir kenara bırakırsak ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğaz yalnızlığımızın üzerine tuz-biber.
Booking.com da kapalı.
Kıyılar zaten ya peşkeş çekilmiş ya işgal edilmiş.
Gürültü kirliliği geceleri kaldığınız otelden apar topar kaçmanıza neden oluyor.
Ödenen faturalar alınan hizmetin karşılığı mı, tartışılır!
Yerel yönetimlerin bir denetim mekanizması yansıyor mu sokaklara, işletmelere?
Bir taraftan doğal güzellikleri, insanımızın konukseverlikten kaynaklanan değerleri ile hemen hiçbir ülkenin kolay kolay sahip olamayacağı sermayemiz var cebimizde, diğer yandan bu sermayeyi akılcıl politikalarla ekonomik kazanca dönüştürememenin çaresizliği…
Her zaman krizler olabilir. Siyaseten inişli çıkışlı dönemler olabilir. Ekonominin omurgasındaki hasarların köşe başındaki bakkala kadar yansıdığı sıkıntılar olabilir.
Böyle durumlarda genelde iki tipik davranış vardır. Birincisi ve genelde tanık olduğumuz, olan biteni kendi köşemizden seyretmektir. Elimizde bir kalkan, kendi işimizin kapısında bize gelmekte olan olumsuzlukları savuşturmaya çalışırız. Savuşturduklarımızı da en fazla komşunun kapısına atacak kadar gücümüz vardır.
Diğeri ise, zaten ne olabileceği aylar öncesinden belli olan olumsuzluklara karşı yerel yönetimlerin ilgili sivil toplum kuruluşlarını da motive ederek sezonu en az hasarla atlatmaya yönelik ortak önlemlerin ve uygulamaların önünün açılmasıdır. Bu sezon tanık olduğumuz gibi, yabancı turistin olmayacağı bir dönem geçireceğimiz aylar öncesinden belli idi. O zaman en azından kendi bölgemizde hangi önlemleri aldık, hangi politikaları geliştirdik ki hem turizm yatırımcılarını hem de medet umduğumuz yerli turistin beklentilerini birazcık da olsa karşılamış olalım.
Öngörülebilir bir gelecek için yabancı turistten yoksun kalacağımızı söylemek kehanet olmaz. En azından bugünden başlayarak temel sorunların ağırlığını el birliği ile hafifletecek yerlere dokunmakta fayda yok mu?
Ekonomimizin yansıttığı olumsuz tabloya rağmen yurt dışına giden Türk turistlerin sayısında kayda değer bir azalma yok. Yani, parasının karşılığını alacağını düşünenler dünyanın öbür ucu bile olsa gidiyorlar. O halde yerli işletmeler ve yerel yönetimlerin mazeret değil “sonuç” üretmeleri gerekiyor.
İngiltere tahtının 5. sırasındaki Prens Harry ile ne alakası var bu yazdıklarımızın diyebilirsiniz. Hiçbir alakası yok tabii. Ama madem kendi sorunlarımızın girdabında nefes alamayacak noktaya gelmişiz belki Prens Harry’nın taht varisliğinden neden vaz geçmek istediğini oturup konuşabiliriz. Turizm sorunlarımıza bulamadığımız çözümü belki Prens Harry’e nasihat olarak gönderebiliriz!
(*) İzmir Life Temmuz 2017 sayısında yayımlanmıştır.
Ne düşünüyorsun?