Eğer markayı Başkalarında olmayan bir ürün ya da hizmet ile değer yaratmak olarak tanımlıyorsak bu turizm dünyasında destinasyonlar için de geçerli. Ve görüyoruz ki dünya turizm hareketi geleneksel destinasyonlardan değer yaratan “öykülere doğru” kayıyor.
Bazı yerler öyküleri ile marka olmuşlardır. Veya marka olabilmelerini bu öykülere borçludurlar! Çünkü öykülerle yaratılan bu değeri başka bir yerde göremezsiniz.
Bu öykülerin kahramanları kimi zaman arkeolojik buluntular, kimi zaman oralarda yaşamış/yaşayan insanlar, kimi zaman mekanlar, kimi zaman sokaklar, heykeller, yemekler, danslar, kültürel derinlikler vs… Bunların ortak özelliği başka hiçbir yerde bulunamayacakları olmalarıdır. Bunun için değerlidirler. Bunun için varlıklarını korurlar. Yüz yıllarca yaşarlar!
İnsanlar da bunları görmek, tanık olmak, bir parçası olmak, deneyimlemek için buralara giderler.
Şarap, bağlar aklımıza geldiğinde;
California Napa vadisi… Alsace Colmar gibi…
Kimi zaman bu öyküler romanlara, filmlere konu olur.
Antony Queen ve tabii ki Zorba!
Ne gibi; Sirtaki; Antony Queen ve tabii ki Zorba! Girit adasında çekilen film o adanın öyküleri ile adayı dünyaya bağladı. Turizm yazarları özellikle bu yörelerin bağrından kopmuş öyküleri seyahatseverlere taşıyorlar. İşte onlardan biri, Mehmet Göktuğ’un kaleminden:
“Hanya’yı ziyaret edeceğiniz zaman konaklama yapacağınız yeri eski şehir (Old Town olarak biliniyor) olan merkeze yakın seçmenizi tavsiye ederim. Çünkü Hanya’da geçireceğiniz zamanın büyük bir bölümü burada olacak. Sahil boyunca sıralanan tavernalar, şehrin merkezini görebileceğiniz deniz feneri ve ters istikamete doğru giderken yer alan liman ve kafeteryaların hepsi eski şehir’de bulunmaktadır.
Yunanistan ile az çok ilgileniyorsanız Zorba The Greek filmini izlemiş olmasınız. İşte o film Girit’in Hanya ilinde yer almaktadır. Filmin son sahnelerinde Alexis Zorba (Anthony Quinn) ile Basil’in (Alan Bates) o meşhur sirtaki dansı Stavros plajında çekilmiş.”
Santa Vittario, Kasabanın Sırrı…
Devam edelim: Antony Queen ve Virna Lisi C. Virgil Gheorghiu ‘nin romanı; Santa Vittario, Kasabanın Sırrı… Kasabayı adımlarken yudum yudum filmin karelerini içinize çekiyorsunuz. Filmin her bir karesinde fotoğrafınız olması için sokakları, binaları arşınlarsınız.
“Film aslen, çekiminden 3 sene önce Robert Crichton‘ın kaleme aldığı kitaptan yola çıkmış ve asıl ilginç anektod ise, gerçek hayatta da birbirinden pek hoşlanmayan Anthony Quinn ve karısı rolündeki Anna Magnani (kendisini saygıyla analım)’nin filmdeki kavga sahnesinde yaşanır. Anna Magnani kocası Anthony Quinn’i evden kovarken onu öyle bir kapı dışarı eder ki Anthony Quinn’in ayağı kırılır. İşte buna da gerçekçi oyunculuk denir.”
Susuz Yaz ve Bademler Köyü
Metin Erksan’ın ödüllü filmi; Susuz Yaz Bademler Köyü… Başlı başına her tarafı öykü olan köy!
Bademler Köyü demişken; Türkiye’nin ilk köy tiyatrosuna değinmeden geçemeyiz. Yıl 1933 ilk oyunu sergilemişler köy tiyatrosunda. Hala faal… Ben de geçtimiz yıl bir oyunun açılışına gitmiştim. 76 yıllık köy kütüphanesi var. Oyuncak müzesini ziyaret edebilirsiniz. Kalkınma kooperatifi ürünlerini satın alabilirsiniz. Onlarca öyküye tanık olmak için gitmeye değer bir köy Bademler.
Yeni Bir Turizm Hareketi: Sakin Şehirler
Günümüzden başka bir örnek; “slow city” dediğimiz “sakin şehirler” köyler, kasabalar şehirler. 1990’larda başlayan bir yaşam hareketi şimdi turizm hareketine dönüştü. Tur operatörleri birbirlerine bağlı sakin şehirlere (Citta Slow) turlar pazarlıyorlar. Her yıl binlerce insan geleneksel destinasyonlardan yavaş şehirlere kayıyor. (Bu yıl biz de yaz programımızda benzer bir şey yapacağız)
Ne demek Citta Slow?
“Tüketim odaklı hayatın insanlara mutluluk ve huzur getirmediği, insanların farklı bir yaşam biçimi aramaları kentsel boyutta 1990’ların başında Cittaslow hareketini ortaya çıkardı. Cittaslow felsefesi yaşamın, yaşamaktan zevk alınacak bir hızda yaşanmasını savunmaktadır. Cittaslow hareketi, insanların birbirleriyle iletişim kurabilecekleri, sosyalleşebilecekleri, kendine yeten, sürdürülebilir, el sanatlarına, doğasına, gelenek ve göreneklerine sahip çıkan ama aynı zamanda alt yapı sorunları olmayan, yenilenebilir enerji kaynakları kullanan, teknolojinin kolaylıklarından yararlanan kentlerin gerçekçi bir alternatif olacağı hedefiyle yola çıktı.”
Günümüzde 28 ülkede 182 üyeye yayılan Citta Slow hareketinin amacı Slow Food felsefesini kentsel boyuta taşımak.”
Türkiye’de 18 merkez bu hareketin sertifikasını aldı. Maalesef Alaçatı bunların arasında değil! 12 yıl önce burada da bu adımlar atıldı ama sonuç alınamadı!
Şimdi İzmir Büyükşehir Başkanı olan Tunç Soyer , Seferihisar ile ilk “yavaş şehir” belgesini aldı ve şimdi de Türkiye koordinatörü.
Öyküleri ile marka olan destinasyonlara devam…
Dante, Romeo ve Juliet, Arena operaları ve Verona
Romeo-Juliet ve Romano tiyatrosu Shakespeare’in oyunlarına ev sahipliği yapıyor.
Verona’da Juliet’in evi… Bu ev gerçekten hikayeye konu olduğu düşünülen Jüliet’in evi değil. Zaten en başta Jüliet’in varlığı da gerçek değil. İlk kez 1520’de Luigi da Porto’nun kitabında konu ettiği, İngiliz şair Arthur Brooke’un 1562’de yazdığı Romeo ve Jüliet’in dramı, Shakespeare’in 1594’de oyun olarak kaleme almasından sonra tüm dünyanın en ünlü trajedilerinden biri haline gelmişti. Oyunda Romeo’nun Jüliet’e seslendiği o ünlü balkon sahnesi hepimizin hafızalarına kazılıdır. Verona’da 13.yy’dan kalma hanı restore ederek, önünde Juliet heykeli, evin içinde ise döneme uygun kıyafetler ile düzenleyerek müze haline getirmişler. (24 saatte Verona)
Bir turizm yazarı diyor ki; Verona’daki ilk sabahımızda adeta bir sanat galerisinin içinde uyandık. Otelimiz Byblos Art Hotel Villa Amista
11 Ağustos benim doğum günüm Carl Orff’ un Carmina Burana; 22 Ağustos’ta La Traviata var. (Bunlardan birini mutlaka denk getireceğim)
Floransa’da Michaelangelo ile espresso yudumlamak!
Ufizi Müzesine ne kadar zaman önce bilet almak ve kuyrukta ne kadar beklemek gerekiyor? Kuyrukta bekleşirken dünyanın dört bir tarafından gelmiş sanat severlerle sohbet etmek, iletişim bilgileri paylaşmak ve belki de bir ömür boyu sürecek dostlukları başlatmak fikri?
Michaelangelo ile yüz yıllar öncesine dura kalka, espressolar yudumlayarak eserlerini ziyaret etmek…
Çok hızla aklımıza ilk gelen ve “öyküler” deneyimleyebileceğimiz yerlere bakalım:
- Noel pazarları ile Alsace da Colmar ve
- Ren, Moser nehirleri kıyısındaki Rudesheim gibi kasabalar
- Hiçbir turizm hareketi yokken gastronomi değerleri ve Gastronomi Festivalleri ile marka olan San Sebastian
- Her yıl Andrea Bocelli Konseri ile dolup taşan küçük Lujitico Köyü
- Mozart evi ve her yıl düzenlenen Mozart Festivali ile Salzburg
- Her yıl haziran ayında düzenlenen müzik festivali ile Ravello
- Küba’da Havana’ya yarım saat uzaklıktaki Cojimar köyü. Ernest Hemingway’ın İhtiyar Adam ve Deniz romanını yazdığı köy. Köy restoranındaki masası hala özenle korunuyor. Köy halkının yaptırdığı Ernest Hemingway heykeli zaten önünde fotoğraf çektirmek için oraya gitme nedeni. Ama heykelin yapım öyküsünü tur lideri Ali Hepşen’den dinlemeniz lazım. bu heykelin öyküsünü anlatayım…
- Küçücük bir Avusturya Kasabası olan ve hiç bir özelliği olmayan Graz’ın her yıl ağustos ayında düzenlenen Long Table günleri ile milyonları çekmesi (şefler yemek yapıyor uzun masalar kuruluyor meydana )
- Müzik festivali ile adını duyuran San Remo
- Fado dinlemek için Portekiz’de Lagos’a ve özellikle Adega da Papagaio’a gidilir
- Sinema ödülleri ile sinema dünyasını, Altın Aslan ödülleri ile reklam, halkla ilişkiler ve yaratıcılık dünyasını ayağına getiren Cannes
Her birimizin deneyiminde yurt içinde ve yurt dışında onlarca deneyim ve anı vardır. Bazılarına tekrar tekrar gitmek istersiniz. Bazılarını da dostlarınıza özellikle tavsiye edersiniz.
Kumlubük, Hollandalı Ahmet!
Mesela yıllar önce Hollandalı Ahmet’i duymuş ve Kumlubük/Marmaris’e gitmiştik 1980’lerin başında. Henüz karadan yol yoktu. Marmaris’ten motor kiralamıştık. Mayolarımızla denizin önünde porselen tabaklar, kristal bardaklar, gümüş çatal bıçaklarla deniz mahsulleri yemek için gecenin bir yarısı Bodrum’dan yola çıkmıştık. Yedik ve döndük!
Ülkemizin dört bir yanında binlerce yıllık arka planı olan tarih ve kültür hazinesi var. Bunların içinde hiç duymadığımız, ama duyunca herkesle paylaşacağımız öyküler var.
- Safranbolu, Kastamonu, Kula evleri
- Sümele Manastırı, Trabzon yaylaları
- Mardin’e TOKİ girmeden gitmek lazım
- Kars’a trenle gitmek
- Kaş – Kekova ve batık şehirler
- Kaplıcaların cazibesi…
- Ürgüp; peri bacaları, balon deneyimi
- Datça; bal badem ama Can Yücel
- Binlerce yıllık antik kentleri ve bu kentlere ait yaşamları simgeleyen unsurları saymıyorum bile ama Göbeklitepe!
Ve Alaçatı!
Yaşam için seçtiğimiz Alaçatı’yı ne kadar tanıyoruz, biliyoruz?
Alaçatı markası nelerin üzerinde inşa ediliyor “du” ?
Yaşadığımız yer burada yaşayanlara ve burayı ziyaret edenlere “hangi değerleri sunup farklılaşıyor” ki marka olma iddiası olsun?
Hangi öykülerimiz Alaçatı’nın marka olma iddialarını destekliyor?
Örneğin;
- Başak Cankeş’in “Bashaque’s “
- Can Öztürk’ün “Ojarna” markaları ile neler yaptıklarını biliyor muyuz?
Önce İsmail Gezgin Hoca’nın kitabı “Çeşme ve Alaçatı” yı okumalıyız. Alaçatı’yı marka yapacak öyküler o kitapta var.
Alaçatı’nın tarihini, kültürünü, insanını biliyor muyuz?
Öykülerini dinlemişliğimiz var mıdır?
Çeşme ve Sakız’ın arasında bir zamanlar deniz yoktu… Birleşik kara parçasıydı!
Alacaat ismi nereden geliyor?
Alaçatı limanı nerede? Agrilia adının karşılığı ne? Sadun Boro’nun kaleminden…
Dünyanın ilk felsefe okulu, İonia
Laik düşüncenin babası Urlalı Anaksagoras…
Kırmızı kent Eritrei (Ildır) dört önemli İon kentinden biri!
Alaçatı’da kaç kilise vardır? Kaç dondurmacı, gözlükçü, lokmacı, meyhane ve nargileci vardır?
Pazar yeri cami ve kilisesinin hemen arkasında kimlerin mezarları var? Üzerini kim/ler betonla kaplatmış?
St. Nicholas manastırı nerededir?
Hacı Memiş camii yanındaki mezarlıkta kimler yatar? Deniz kenarında dolaşırken denize düşen ve oracıkta boğulan adamın mezar taşını gördünüz mü?
Diğer tarihi mezarlık nerededir? Rumlara ait bu mezarlığa ilk kim gömüldü?
Taş Otel bir zamanlar okul muydu?
İlk Alaçatı yerleşimi; Karaköy’müydü?
Türkler ve Rumlar arasındaki ilişki yoksa tarihteki ilk yap-işlet-devret uygulaması mıydı?
Murat İleri’nin göz yaşlarını dökmesine neden olan Papazz restoranındaki konuk kimdi?
Hristiyan dünyasının hangi merkezlerinde Alaçatı’da eğitim görmüş din adamları görev yaptı? Fener, Kudüs, İskenderiye patrikleri; Londra, Paris, Viyana, Trieste…
Üç tütün ve bir un fabrikası mı vardı buralarda bir zamanlar?
Karakulaklı kuyrukkakan, zeytin mukallidi, bıyıklı ötleğen ne anımsatıyor?
Yoksa Alaçatı bir Kuş cenneti mi?
İlk Postane 1869!
İtalyanlar 1. Dünya savaşında postaneyi neden bombaladı.
1909 ilk postane; mühürde Alaçatı kaplıcaları
Postanenin 2. Dünya savaşındaki rolü neydi?
Öykülere renk katan kişiler, yerler, işletmeler:
- “Cigaracı Yaşar” kimdi?
- Leyla Figen, Zeynep Öziş, Emel Aliberi’nin O Evi… ilk cafe-restoran Agrilia neredeydi ve hangi işleve ait bir yapıydı?
- Mehmet Culum; Alaçatılı, Yengeç Dişi romanları
- Deniz Gezgin; Ahraz romanı
- Diğer yazarlar ve eserleri (30’u aşkın yazar, çizer ve şair var)
- Sakız ağaçlarının öyküsü Çeşme-Sakız dostluğunu nasıl yapıştırıyor?
- Alaçatı pazarında kim kimdir?
- “Nişan balığı” nedir? Neden “Bir kısmını bizim eve getir tadına bakayım” denir, “şeker işi” (18 saat) ne olaki ? Kız evinin itibarı mı yoksa?)
- Sörf ve tutkunları ne zaman Alaçatı’yı keşfettiler?
- Hacı Memiş efsanesi nedir?
- Ve Alaçatı’nın tarihi dokusu; sokakları, evleri, kiliseleri…
- Otları, ot festivali… Yerel yemekleri…
- Yerel markaları; Asma Yaprağı ve Köşe Kahve tabii…
- Alaçatı karşılamasını dinleyen var mı?
Ömer Önal’ın anıları
Kitapçı Ömer Önal’ın Çeşme Güneşi gazetesinde yayımlanan anılarını kesip saklamalı ve “dahasını” onunla sohbet ederek öğrenmeliyiz. Çünkü bu öyküler buraya ait. Başka yerde yok.Bu öyküler nedeniyle Alaçatı’ya gelmeye değer.
A. Nedim Atilla ve Nezih Öztüre’nin”Alaçatı” kitabı baş ucumuzda bir yerlerde durmalı. Bu kitap bu bölgenin yerel değer ve kültürünü her eve, her kaldırıma, taşa, toprağa dokunarak aktarıyor.
Ve gelelim nasıl bir Alaçatı hayal etmişler ama sonunda “bizler” bugün bu yerel markayı ne hale getirmişiz!
A. Nedim Atilla ve Nezih Öztüre’nin”Alaçatı” kitabının 2005 baskısının son bölümünde Alaçatı Koruma Derneği Başkanı İbrahim Topal anlatıyor:
Alaçatı bir dinlence merkezi olarak kalabilecek mi? Yıl 2005!
Biz Alaçatı’nın gelişmesini istemiyoruz, korunmasını istiyoruz.
Biz Alaçatı’daki eski taş evler korunsun istiyoruz, yeni villalar, siteler yapılsın istemiyoruz. Biz Alaçatı’daki butik otellerimizi seviyoruz, sahillerimize 5 katlı 5 yıldızlı oteller yapılmasını istemiyoruz
Biz gece uyumak istiyoruz, dinlenmek istiyoruz. Çılgınlar gibi eğlenmek istemiyoruz, gece 12’den sonra müzik de istemiyoruz. Biz küçük kafe ve restoranlarımızı seviyoruz. Bar, disko istemiyoruz. Sokaklarda dizi dizi masa da istemiyoruz, sokaklarımızda keyifle yürüyebilmek istiyoruz.
Biz sörf yapabilmeye devam etmek istiyoruz. Flamingolarımızı geri istiyoruz. Sörf koyunda denize sıfır üç katlı taş ev siteleri istemiyoruz. Balıkçı barınağımızı istiyoruz. Marina istemiyoruz. Biz zeytin ve sakız ağaçlarımızı istiyoruz. Bağlarımızda üzüm, tarlalarımızda anason, lavanta, bahçelerimizde badem, armut yetiştirmek istiyoruz. Arazilerimizi 2500 konut yapılsın diye satmak istemiyoruz.
Biz Alaçatı’da yaşayan herkesin sağlıklı, iş bulan, kazanan, mutlu insanlar olmasını istiyoruz. Biz, Alaçatılı çocukların, gece yarılarına kadar sokaklarda seyyar satıcılık yapmaları yerine, sağlıklı, eğitimli, kültürlü, sportmen olmalarını istiyoruz.”
Alaçatı’nın Alaçatı Koruma Derneği’nin girişimleri ile 2004 yılından bu yana kentsel sit alanı olduğunu unutmamak gerekiyor.
Marka olmak değerlerle “farklı” olmak demek. Değerlerle farklılaşmak demek… Başka yerde olmayan demek. Bu yüzden markalar daha pahalıdır. Daha özgündür. Daha uzun ömürlüdür. Dayanıklıdır. Turizm hareketinde destinasyon markaları bu kimliklerini başka yerde olmayan “öykülerine” borçludurlar. Çünkü bu öyküler başka yerde yoktur.
Alaçatı marka olacaksa kendi öyküleriyle olacaktır. Ama bu öyküleri önce orada yaşayanlar bilmeli, sahiplenmeli ve anlatmalıdır! Bu öyküler kuşaktan kuşağa geçmeli, yaşamalı, o beldenin toprağında “tohum” olmalıdır!
nejat kenan özgüler
Nisan 29, 2019canım salim
nasıl bir solukta okudum..tadı damağımda kaldı
yine süzülmüş, komprime hale getirilmiş düşünceler..
sağol..
evet alaçatı iile ilgili istediklerine aynen, harfiyen katılıyorum…
peki ne yapılacak, ne yapılmalı?
bunları konuşmak gerek…
gözlerinden öperim…
nejat
Güler
Nisan 30, 2019Ne yazılabilir? Alaçatı ile ilgili muhteşem bir yazı.
Salim Hoca’mıza teşekkürler.