Başkentgaz’ın Kızılay’a, “vergiden kaçınmak” amaçlı Ensar Vakfına bağışının daha sonrada oradan Amerikaya uzanan Aziz Nesin’lik öykünün ışığında TEİD, Etik ve itibar Derneği’nin IN Dergisinin Kış 2020 sayısında yayımlanan yazım sanırım gündemi yakaladı. inmagazine yazı sk 2020
Kamuoyuna yansıyan haber aslında binlerce yıldır insanoğlunun içinden çıkamadığı bir sorunun bir başka örneği.
“Pendik Adliyesi 1. İcra Müdürü Ahmet Ersoy ile memure İffet Sancak hakkında, rüşvet aldıkları, görevi suiistimal ettikleri iddiasıyla 13 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Tutuklu yargılanan sanıklardan Ahmet Ersoy ‘Rüşvet değil, bahşiş alıyorum’’ dedi. “
Haberin devamındaki bilgi de kayıtlarda durmalı.
“ 22 yıllık devlet memurluğu sırasında hiç rüşvet almadığını ve kimseyi dolandırmadığını öne süren Ahmet Ersoy bir kişinin kendisine 200 milyon lira bahşiş verdiğini, ancak bu parayı adliyedeki odasının tefrişinde kullandığını söyledi.”
Paranın (İlla yeşil dolar olması gerekmiyor) içinde olduğu işler yumağı hayatın çarklarını döndürmeye başladığında o dişlilere; rüşvet, suiistimal zimmet, ihaleye fesat karıştırmak, sahtecilik, yolsuzluk gibi sayıca çok ama hepsi aynı yolun yolcusu bir sürü kavram giriyor. Bunlar çarkların kusursuz dönmesini sağlamanın güvencesi gibi görünüyor ve algılanıyor olabilirler. Ama aslında geride bıraktığı yıkım işe yaradıkları sanılan döngüden çok daha dehşet verici.
Etik ve ahlaki değerlerin kör kuyularda ve zindanlarda “iyi birer kavram olmalarının” bedelini ödedikleri toplumsal yaşam doğru ve yanlışı gösteren pusulasını çağlar öncesinde kaybetmişti. Bedelini yine insanın ödediği fatura kişisel çıkarlarla kamusal çıkarlar arasındaki yorum farkından mı kaynaklanıyor. Rüşvet alan bir memur “adamın işini halletmeseydim binlerce kişinin çalıştığı fabrikada üretim duracak, belki de iflas edecek bu kış günü çoluk çocuk insanlar açıkta kalacaktı” dediğinde yoksa kamusal çıkarlar uğruna kendini feda mı ediyor? Hediye gibi insana mutluluk saçan bir kavramın şemsiyesi altında rüşvet, suiistimal, yolsuzluk, usulsüzlük gibi sözcükler toplaşmaya başladığında o mutluluğun “acı bir tebessüme” dönüşmesi her halde an meselesi.
Civangate
Rüşvetle Bahşişin izdivacına Zimmet ve Hediyenin tanıklık ettiğini belirtmemize sanırım gerek yok!
Ülkemiz bu konularda nadide örneklerle dolu. Ama, yakın tarihin içinde hafızalardan hiç silinmeyen öykü “civangate” olarak belleklerimizde yer etti.
Aylarca gündemi meşgul eden bu davada Eska inşaatın sahibi Selim Edes Emlakbank’a yaptığı inşaat ve sattığı arsanın bedeli olan 120 milyon doları tahsil etmek istemiş, Emlakbank Genel Müdürü Engin Civan’da bunu 3,5 milyon dolar rüşvet karşılığında yapacağını söylemişti.
Fakat Civan’a istediği rüşveti veren Edes yine de parasını alamamıştı.
Dönemin yer altı isimleri araya girmiş ve Engin Civan vurulmuştu. Ve “Civangate” olarak tarihimize geçen skandalda böylelikle patlak vermişti.
O duruşmalarda söylenen ve dünya rüşvet tarihine geçecek söz de Selim Edes’in Engin Civan’a söylediği şu sözdü:
“Rüşvetin belgesi olur mu p……..k!”
Rüşvet ve inovasyon
Yine yakın tarihimiz, işin içine ayakkabı kutularının bulaştığı rüşvet çarkının işlevselliği ile çalkalandı. Böylece, rüşvetin nasıl verileceği, akıl oyunlarının ödül adayı olabilecek fikirlerle donatıldı. Hani neredeyse başlı başına bir “inovasyon” mucizesi!
Siyasetin, kara paranın ve “bel altı ekonomisinin” kendi içsel döngüsü doğal olarak kendi “hukukunu” da yaratıyor. Örneğin, ABD’de kaçak yaşamak durumunda kalan Rıza Sarraf’ın ses kayıtlarında yardımcısına “bahşişi peşin vereceksin” yönlendirmesi bu özel hukukun göstergeleri arasında. Özel hukukun ayrıntılarına girmeyelim ama içeriksel olarak anlaşmazlıkların çözümünde yer altı dünyasının kapısının çalındığı malum!
Bahşiş ve hediye kültürel ilişkilerin hayatımıza yansımasındaki temel göstergeler arasında. Örneğin hediye almak güzel bir şeydir. Doğum günlerinde, evlilik yıldönümlerinde, özel kuruluş yıldönümü ve daha sayabileceğimiz onlarca özel kutlama için biri ya da birilerine hediye vermenin nesi kötü olabilir ki? Ancak, hediye ile ilgili bazı “yanlış” anlamaların ortaya çıkabileceği düşüncesiyle bir çok kurum çalışanları ile ilgili sözleşmelerine ”değeri 100 lirayı aşan hediyeler kabul edilemez” gibi maddeler koyuyorlar. Neden?
Çünkü hediye ile rüşvet arasındaki ince çizginin alan ile veren arasındaki ilişkileri kimin çıkarında nasıl etkileyebileceği bir kamusal sorun haline dönüşüveriyor!
THY dergisi Skylife’de bir sayısında bahşiş konuyu sayfalarına taşımıştı.
“Bahşiş konusunun suiistimal edildiğine inanıp çeşitli önlemler alan ülkeler de yok değil. Örneğin Vietnam’daki restoranlarda bahşiş vermekten uzak durmanızda fayda var. Bahşişin bir rüşvet gibi algılandığı ülkede restoranın kapanmasına bile yol açabilirsiniz.
-Japonya’da ise aldığınız hizmet sizi ne kadar memnun ederse etsin elinizi cebinize atmayın bile. Çünkü Japon geleneklerinde bahşiş, aşağılayıcı bir davranış olarak görülüyor. Avustralya’da ise sadece pahalı restoranlarda bahşiş vermek olağan karşılanıyor. ”
-“Avrupa ülkelerindeki restoranların çoğunda, servis hesaba dahil değilse, bahşiş oranını yüzde 10 gibi düşünmek gerekir. ABD’de bu oran yüzde 20’ye kadar çıkabiliyor. “
Rüşvet ve hediye “ahlâkın temel normlarının” tanımlandığı tüm dinlerde kimi zaman satır aralarında, kimi zaman da ayrı sayfalarda kapsamlı şekilde yer almış kavramlar şeklinde tanımlanmakta. Örneğin “sorularlaislamiyet” isimli blogda şöyle bir içerik var:
“Rüşvet denen musibetin tarifini lûgat kitaplarımız şöyle yapar: ‘Bir memura haklı veya haksız bir iş gördürmek için verilen ücret veya hediyedir’.
Bu kısa ifade de görüldüğü gibi, esas olarak rüşvet, vazifeli memura verilen bir hediyedir.
Bu arada, rüşvetle hediyeyi birbirinden ayırmak lâzımdır. Rüşvet sayılan hediye, henüz iş görülmeden vatandaş tarafından vazifeli memura verilmektedir. (Zarraf) Bunun yardımıyla haklı veya haksız işini görmekte, onu bir vasıta ve aracı olarak kullanmaktadır. Hediye ise, maddî ve manevî hiçbir karşılık beklenmeden, arzu edilmeden verilen bir şeydir. Hediyeyi veren kimse, bunun karşılığında ne bir iş gördürme niyetini taşımakta, ne de verdiği kimseye bir minnet etmektedir. Tamamen içinden gelerek, gönlünden doğarak çıkarmaktadır.”
Rüşvetin uluslararası hukuk içinde ayakları yere basar tanımları olmasına karşın bahşiş ve hediye tanımlarında kafalarımız karışık. Örneğin; OECD rehberinde rüşvet, “Kamu görevlisinin performansını etkilemek için, görev gereği yapmaması gereken uygunsuz bir şeyi yapması veya yapması gereken bir şeyi yapmaması için gönüllü olarak kendisine değerli bir şeyin verilmesi“ olarak tanımlar. Peki bahşiş… Hediye… Arkasındaki niyetler ne kadar farklı olabilir acaba?
Marangozun fiyat teklifi
Bir ülkenin meclis genel kurul salonunun giriş kapısının tamiri gerekiyormuş.
Konuyla ilgili bürokrat, iki ayrı firmadan marangoz davet ederek kapıyı göstermiş ve fiyat istemiş.
Birinci marangoz:
“500 TL’ye olur bu iş” demiş. “200 malzeme, 200 işçilik, 100 kâr.”
Bürokrat ikinci marangoza dönmüş:
-Siz aynı işi kaça yaparsınız?
-2,500 lira.
-Nasıl olur bu kadar fiyat farkı?
-1000 bana, 1000 size… 500 de bu arkadaşa veririz kapıyı yapar.
Rüşvet verenler durumdan şikayetçi değil!
Dünya gazetesinin araştırmasında asıl sorun rüşvet verenlerin durumdan şikayetçi olmamasında sanki!
“Global Yatırımcı İklimi–2005` adlı rapora göre bu firmalarla diğer yatırımcı firmaların yıllık cirolarının % 0,6`sını rüşvete ayırdıkları söyleniyor. Bu kadar para, yatırıma gidecekken kayıt dışına gidiyor.“
“İşlerin -aksamadan- yürümesi” adına döndürülen rüşvet çarkı çok doğaldır ki veren tarafın muhasebe kayıtlarında “hediye ve bahşiş” satırlarında işlem görüyor. Bu işlemler için çok doğaldır ki “alt yüklenicilere” ihtiyaç var.
Profesyonel yaşamda hepimiz iş yapıyoruz. Bu işler karşılığında fatura kesiyoruz. Banka hesabımıza paralar geliyor. Hayat devam ediyor. Son derece masum ve hukuka uygun -gibi- yürüyen bu işlerin yarın öbür gün yıllardır özenle koruduğumuz itibarımızı alt üst etmeyeceği ne malum?
Yine Dünya gazetesi araştırmasında bazı örnekler dikkat çekici:
“Kampanya harcamalarının ödenmesi. Dolaylı politik katkı ve yardımın örneği olarak, politik kampanya düzenleyen komitenin ya da adayın sağlamış olduğu bazı kampanyalara ödenmemiş faturalar sağlanır.
Kamu görevlilerine yapılan dolaylı ödemeler: Bu yöntemlerden bir tanesi avukatlık bürosu yoluyla yapılan ödemeler. Avukat, aracı rol oynuyor, ödemeler avukatın emanet hesabına yatırılıyor ve bu hesaptan kamu görevlisine aktarılıyor. Bu yöntem, halkla ilişkiler, reklamcılık ve muhasebe şirketleri arasında da kullanılıyor.
Ticari faaliyetlerde bulunmak üzere kurulmamış ve üst kademesinde bir kamu görevlisinin bulunduğu vakfa bağış yapılması.
Bir şirketin altyapı, yerleşim, kuruluş ve gelişimi için yapılan harcamalara ait ödemelerin, mimarlık ofisleri kullanılarak, vergi cennetlerindeki banka hesaplarına yapılması.
Profesyonel hizmetler. Birçok şirketin projelerle ilintili ve özel durumlarda yüklendikleri masraflar, gerçek bir işe ait normal fatura tutarının üzerinde olabiliyor. Bu fazladan faturalandırılmış tutar, firma tarafından önceden ayarlanmış politik ödemeler ya da kamu görevlilerine yapılan ödemeleri gizlemek için kullanılır. Bunun diğer bir göstergesi ise, danışmanlık şirketlerine yapılan, ancak hangi hizmet için yapıldığı belli olmayan yüksek tutarlı ödemeler…”
Neredeyse her iki iş adamından biri rüşvet veriyor!
“TESEV`in 1200 işadamıyla yüz yüze konuşarak yaptığı bir araştırmada `Türkiye yolsuzluk mücadelesinin neresinde?` sorusuna cevap arandı. `Çözülmesi gereken en önemli sorunun ne olduğuna iş dünyası 1– Enflasyon 2– Rüşvet ve Yolsuzluk 3– İşsizlik 4–Eğitim sıralamasıyla cevap veriyor. Algılanan rüşvet ve yolsuzluğun en yaygın olduğu alanlar konusunda ise Gümrükler ilk sırayı alırken onu Trafik Polisi, Tapu Daireleri ve Belediyeler takip ediyor. TESEV`in ilkini 4 Mart 2001`de yaptığı yolsuzluk araştırması hane halkı düzeyinde 3 bin denekle yapılmış, araştırmanın sonunda halkın yüzde 60`ının işini halletmek üzere `rüşvet veririm` dediği ortaya çıkmıştı.”
KPMG araştırmasının çarpıcı sonuçları
Denetim, vergi ve danışmanlık firması KPMG’nin Türkiye’de suiistimal araştırmasına göre, önümüzdeki iki yıl içinde Türkiye’de suiistimal riski artacak. KPMG Türkiye Suiistimali Önleme ve İnceleme Bölümünün, GfK Türkiye ile birlikte hazırladığı “Yöneticilerin Bakış Açısı ile Türkiye’de Suiistimal: Riskler, Etkiler ve Alınması Gereken Dersler” konulu araştırması Türkiye’nin önde gelen şirketlerinden 146 üst düzey yönetici ile gerçekleştirildi.
Araştırmaya katılanların yüzde 88’i Türkiye’de iş dünyasında rüşvet ya da farklı tanımlamalarla bahşiş, hediye verildiğini düşündüklerini, yüzde 13′ ü bağlı bulundukları ana şirketten ya da yabancı ortaklarından rüşvet önleyici bir uyum programı uygulaması için teklif aldıklarını, yüzde 64’ü de yolsuzluk ve rüşvet karşıtı politikaları olduğunu vurguluyor.
Hesap verebilirliğin değerler sıralamasında en üstlere doğru tırmandığı dünyamızda şeffaflığın “hiçbir şekilde gerçekten şeffaflık olarak” hayatımıza giremeyeceğini anlamış bulunuyoruz. Sanırım en azından “hesap verebilirliğin sıradan ve rutin raporların ötesinde” iş hiyerarşisinin omurgasına yerleşmesi yanlış bir şey yapmış da olsalar bu kararları verenlerin gerekçelerini paylaşabilmeleri açısından önemli. Çünkü bu gerekçeler kamuoyu nezdindeki itibarlarını sorgulayabilmemizi sağlayacak.
Nitekim teknoloji zaten ister istemez şirketleri -eğer adı şeffaflık olacaksa- gelirler ve giderleri konusundaki akışın kayıtlara girmesini sağlıyor. Geriye bunların gerekçelendirmesi kalıyor. Rüşvet, hediye, bahşiş adı her ne olacaksa bir şekilde kendine bu akışın içinde zaten “yasal” bir dayanak bulacaktır. Hesap verebilirlik de burada devreye girecek ve “ikna barometresi” itibar göstergesi şeklinde iş dünyasının karşısına çıkacaktır.
Ancak balık baştan kokar. Bu işleri kökten değiştirmenin yolu siyasetin finansmanından geçiyor. Toplumsal yaşamın bu düzlemi ne kadar adil, etik, şeffaf ve hesap verebilir olursa yönetim çarkları içindeki hayat o kadar anlam bulacaktır.
Ne düşünüyorsun?