Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

Enerji, Su ve Tohum Bedava Olursa…

Rüya bu ya!

Suyun, enerjinin ve atalık tohumların “bedava” olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bunların kim tarafından nasıl yönetileceği, yatırımların nasıl yapılacağı, insanların faydasına nasıl sunulacağı ile ilgili konuların “şimdilik” üzerinde durmuyoruz. Ama, su, kullandığımız her türlü enerji (tren, otobüs, uçak, araba gibi ulaşım araçlarının tamamı zaten ya elektrikli ya da güneş enerjisi ile çalışıyor) ve daha önemlisi sağlıklı beslenmenin ana girdisi olan tohum, bitki ve ağaç fidanları bedava!
Rüya dedik ya; üstelik sağlık hizmetleri, ilaç da bedava!
Bir sonraki bölümde tüm dünyanın “wikipedia” toplumuna dönüştüğünü görüyoruz. Yani üretime herkesin ücretsiz katkı sağladığı, üretimin yine ücretsiz paylaşıldığı bir toplumsal yaşam!

Para?

Onun da çözümünü bulmuşuz; var olan tüm paralar kalkmış! Bir tek para dolaşıyor sanal ortamda. Karşılığı nüfusla ilişkilendirilmiş. Bir ülkenin nüfusu ne kadar azsa bu paranın değeri orada o kadar daha değerli.

 

Uyandık Ter İçinde…

Uyandık ter içinde bu “saçma sapan rüyadan”. İşe gitmek için giyindik… Yüzümüzde maske, elimizde eldiven, gözümüzde gözlük. Cebimizde antiseptik, kolonya ne varsa…
Metroya binmek için iki metre aralıklarla kapıların hizasında belirlenmiş yerlerde bekliyoruz. Her bir vagona sayılı yolcu binebiliyor. Fazlası varsa düdük ötüyor!
Plazaya geldik. Girişte güvenliğin olduğu yerde termal kameralar ateş ölçüyor. Asansörlerin önünde aynı metrodaki gibi bir düzen. Tek farkı her asansöre üç kişi binebildiğinden önündeki kuyruk tanımlanabilecek türden bir şey değil. O yüzden mesai saatleri değişmiş. 24 saate bölmüşler çalışma düzenini. Kimisi gece 22:00 de geliyor kimisi sabaha karşı 05:00’te. Ama bir zamanlar öğle yemeğine gidebilmek için 40 dakika beklediğimiz asansörler çalışanların tam bir kâbusu olmuş vaziyette. Bu bir de evden çalışma düzeninin teşvik edilmesi nedeniyle insanların ancak yarısının işine gelebildiği format.

İş yerimizde açık ofis düzeni olmuş apaçık düzen. Eskiden 40-50 kişinin çalıştığı ortam 20 kişiye göre ayarlanmış. Masalarımızın arası fillerin bile rahatça gezinebilecekleri genişlikte. Toplantılar internet ortamında görüntülü yapılıyor. Aynı katta bile olsak! Maskesiz ve eldivensiz çalışmak zaten yasak. Her katta otomatik kahve makinalarının yanında maske ve antiseptik makinaları var artık.

Sigara molaları kapı önüne gidip gelme eziyeti yüzünden yaşamın ilk atılacakları arasında duruyor.

Bir başka akıyor kentin renkleri. Puslu, buruşuk, nemli. Aslında değil… Pırıl pırıl güneşli gökyüzü.

Ama insanlar düşünce balonlarında yaşıyorlar.

Kaygılı…
Endişeli…
Çekingen…
Mesafeli…
“Merhabalar” yapaylık kokuyor.

Sevgililer var sokaklarda. Plastik eldivenlerle tutuştukları ellerde duyguların sıcaklığını arıyorlar. Maskelerin aralıklarından öpüşürler mi? Sevişirler mi? Yoksa her ilişkinin başlangıcında bir “sağlık raporu” tutturmacası mı var?

O bildik kafeler, restoranlar bi başka görünüyor. Sosyal mesafe standartlarına göre koymuşlar masaları.  Acaba her masada kaç kişi oturabiliyor diye bir soru geçiyor aklımdan.

Sinema, tiyatro, konser? Ya maçlar? Henüz çözümlenmemiş meseleler arasında.

Dudaklarımda İlhan İrem’in ölümsüz bestelerinden “olanlar olmuş”…

Mırıldanıyorum.

Şöyle bir arkaya kaykılıyorum.

Yoksa bu da mı rüya!

 

 

Dünyanın Üç Büyük Derdi Ortadan Kalkarsa!

Guardian’da bir yazı; “Hazır fırsat ayağımıza gelmişken fosil yakıta dayalı endüstrinin vanalarını kapatalım” diyor. Hepimiz biliyoruz ki 150 yıldır dünyamız önce petrol yataklarının paylaşımı, sonra giderek tükenmekte olan su kaynakları ve son yıllarda da tohum meselesi yüzünden gün yüzü görmedi. Bunlar beraberinde üç büyük iş kolunun “lunaparkı” oldu. Enerji, savunma ve finans yeryüzünün tüm kaynaklarının üzerine çöreklendiler. Canları istediğinde savaş icat ettiler, yeri geldi borsaları tepe taklak ettiler, silahlanmanın nükleerini bu gezegenin başına dert ettiler!

Siyasete, ticarete, dinlere, üretime, tüketime, teknolojiye hükmettiler.

İçinde “insanın” olmadığı bir dayatma yaşamın normali oldu.

Ve bu normal gün geldi tüm dünyayı ne kadar süreceği belirsiz bir “karantinaya” taşıdı.

8 Milyara yakın insan bir anda “mülteci” kıvamında bir yaşamla yüzleşti. Getto ile tanıştı. Kapıdaki Maserati bir anda bahçe aksesuarı oldu.

Zengin ve fakir eşitlendi.
Olağanüstü hal “olağan hal” oldu!
Sınırlar kapatıldı.
Yaşam sıfırlandı desek abartma olmaz.

Milyonlarca insanın kimliğine “taşıyıcı” sıfatı ile yerleşen KoronaVirüs buna neden oldu denilebilir ama o olmasaydı iklim değişikliği ve küresel ısınma yedek oyuncu olarak saha kenarında sabırsızca bekleşiyordu zaten. Ebola ilk 11’de sahaya çıkanlardan. Kuş, keçi, domuz ve deli dana gibi bilumum hayvanlara yakıştırılan salgın hastalıklar son yıllarda insan ve doğa arasındaki itişip kakışmanın gündemini oluşturuyordu.

 

Perşembenin Gelişi Çarşambadan Belli Değil miydi?

Yahoo Finance

1960’larda tarım arazilerini DDT püskürten uçaklarla yıkıyor, orada üretilenleri afiyetle sofralarımıza buyur ediyorduk. Aynı yıllarda ABD, Küba ekonomisini çökertmek için Küba tarım alanlarına gökyüzünden zehirli ilaçlar atıyordu. Bizimkisi hükümet eliyle teşvik ediliyordu!

1980’lerde Çernobil nükleer santral faciası sonrasında Avrupa ülkelerinde meyve sebze alışverişi yapan halkın elinde radyasyon ölçerler vardı. Bizim Sanayi ve Ticaret Bakanımız radyasyonlu çayı yudumlarken binlerce Karadenizli kansere yenik düşmüştü.

2011’de Fukuşima nükleer santralı tsunami dalgalarına yenik düştüğünde sızan radyasyon “biz sadece Japonya’ya zarar vereceğiz, diğer ülkelerin bir endişesi olmasın” demedi. Tüm Pasifik ve ABD’nin Batı kıyıları bundan nasibini aldı. Radyasyon tüm dünya ekonomisini bir anda teslim aldı. Ürün, hammadde ve yedek parçada Japonya bağlantılı tüm sektörler neredeyse kepenk indiriyordu!

Bölgede yaşayan ve sağ kalan Japonlar başka yerlere nakledildiler. Bölgedeki tüm tarım ürünleri imha edildi. Aylarca bölgeye giriş yasaklandı. Japon ekonomisi çok yönlü sarsıldı. Hala toparlanamadı. Santrali işleten TEPCO yöneticileri şirketin hisse senetlerinde düşüş olmaması için kamuoyundan radyasyon sızıntısını sakladıkları gerekçesiyle mahkûm oldular.

 

Kritik Kilometre Taşları

@estt

Geçtiğimiz yüz yıl içinde bazı kritik kilometre taşları olan tarihler var. Bunlar insanlık tarihinin bir sonraki aşamasının şekillenmesinde  önemli rol oynadılar.  Örneğin 6 Ağustos 1945; Hiroşima’ya sonrasında da Nagazaki’ye  atılan atom bombaları “başka bir dünyanın başka insanları” yaptı dünya toplumlarını.

20 Temmuz 1969’da insanoğlunun aya ayak basması ise yine başka bir dünyanın kapılarını açtı. 16 Ocak 1984’te ise herkesin masasında bir bilgisayar olacak ve bu bilgisayardan dünyanın herhangi bir yerindeki başka bir bilgiye zahmetsize ulaşabilecek, bunu işleyebilecek ve paylaşabilecek anlamına gelen Macintosh lansmanı ve bunu internet dünyası ile şekillendiren 20 Ağustos 1990 “www” ile bilgi toplumu çağının kapılarının açılması; hemen bunun önünde 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci… 1992 Birleşmiş Milletler Rio Konferansı ile “Sürdürülebilir İnsani Gelişim” kavramının hayatımıza girmesi.

Bu tarihler insanlığın yaşam tasarımını doğrudan etkileyen kilometre taşları.

Yakın zamanlarda; 2001 Enron ve 2008 Wall Street küresel finans krizlerini de kilometre taşları arasında bir yere koymamız lazım.

Ancak bunların hiçbiri 2020 KoronaVirüs kadar kapsama alanı geniş ve derin olmadı.

Tam bir kaosa teslim olan insanlık ne kadar süreceği belli olmayan bu sağlık sorunsalını geride bıraksa bile artçı kültür şokları ile hiçbir zaman fabrika ayarlarına dönemeyeceği gerçeği ile buluşuyor şimdi.

 

Özgürlüğü Özledik

jami.net

Dilediğimiz zaman dilediğimizi yapabilmek, gidebilmek, zamanı unutmak, yaşama dokunmakla ilgili özgürlüklerimiz rehinci dükkanında bir yerlerde duruyor şimdilerde. Henüz ekonomik ve sosyal artçı şoklarını görmediğimiz Covid-19 sonrasında yaşam “bi başka” yere evrilecek şüphesiz.

Bu bir fırsat mı? Toplumsal yaşamın omurgasındaki fabrika ayarlarına dönebilecek bir “yeni akıl” bir yerlerde duruyor olmasın. Yoksa yine bir “akıl tutulması ile” nükleer, su, gıda krizlerine ve diğer salgın hastalıklara doğru bilet mi tutuşturulacak elimize?

Epey bir zaman önce kaleme aldığım Göbeklitepe’den Palo Alto’ya Yolculuk başlıklı bir yazım geldi aklıma. Yazıdan şöyle bir alıntı yapayım:

“İnsanlık tarihi için oldukça kısa sayılacak bin yıllar geride kalırken yaşam adını verdiğimiz kurgunun nerelere sürüklenmekte olduğunu çok değil birkaç bin yıl öncesine bakarak yakalamak mümkün. Örneğin Anadolu onikibin yıla yakın insanlığın gelişiminde başrolu oynayan bir coğrafya. Göbeklitepe’nin oniki bin yıllık gizemi yavaş yavaş ortadan kalkarken günümüzden çok da uzak olmayan bir kültürün özünün orada var olduğunu görüyoruz. Hatta Göbeklitepe’den Palo Alto’ya uzanan bir yolculuğa çıksak ve bu onikibin yıl sürse özünde pek de yabancılık çekmeyeceğimiz temel kültürel özellikleri bu yolculuğun her tarafında bulmak mümkün.

Ama ne oldu?
Evlerimize hapsolduk.
Sınırlar kapatıldı.
Bir şehirden bir diğerine bile gidemiyoruz.
Sıra bize ne zaman gelecek endişesi ile akşamları yatıyoruz.

Ruhumuzu besleyen;
Dayanışma, karşılıksızlık, sahicilik, samimiyet, vefa, umutla örneklemek, adaletli/adil ve etik olmak, şefkatli ve cömertlik, kanaatkâr olmak, herkese önkoşulsuz saygı, şeffaf (olduğun gibi görünmek) ve tabii ki hesap verebilirlik gibi değerleri Amerikan Dolarına takas ettik.

 

Yeni Dünya Düzeni Dedikleri

İkinci Dünya Savaşı sonrasına yeni bir uluslararası düzenin simgesi olan Birleşmiş Milletler, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi sözde dünya uluslarına barış, refah ve adalet getirmesi umuduyla oluşturulan kurumların işlevsizliği ve “aslında kimin güdümünde kime hizmet ettiği” bugün çok net ortaya çıktı. Şimdi, sadece bugünün değil bin yılın tasarımını yapacak yepyeni uluslararası kurumlara ihtiyaç olduğu aşikâr. Yönetiminde ve denetiminde hiçbir ülkenin diğerleri üzerinde tahakkümüne izin verilmeden oluşturulacak bu kurumlar “su, enerji ve tohum, sağlık, ilaç, eğitim, adalet” gibi insanın insanca yaşamasını sağlayacak temel alt yapının oluşturulmasında ve yine aynı mantıkla kurgulanmış kapsayıcı uluslararası kuruluşlarca yönetilmesinde belki de sadece bilim-kurgu filmlerinde karşımıza çıkacaktır. Ama Covid-19 pandemi de bir zamanlar bilim-kurgu değil miydi?

 

Bu Gezegen Bize Zimmetli Değil mi?

 

Dünya Günü 50. Yılını geride bıraktı. Yaşamakta olan çevre sorunları ve bunların sonucunda yaşamak zorunda olduğumuz kalitesiz yaşamı tersine çevirmek için bilimin sesine kulak vermedik ve 50 yıl kaybettik! Bu gezegenin, üzerindeki çiçek, böcek, kuşlar ve ağaçlarla bize zimmetli olduğunu görmezden geldik. Yeddi eminlik görevimizi sanal zenginliklerimiz için savsakladık. Zenginlerin zenginliklerini bile yaşayamadıkları bir dünya için insanlık çok ağır bedeller ödedi ve ödemeye devam ediyor. Eğer, enerji, su ve tohum dünyanın her yerinde ve herkes için bedava olursa insanın insan olmanın erdemleri ile buluşabileceği bir geleceğin kapısı aralanır mı diye düşünmeden edemiyorum.

 

 

 

 

8 Responses
  • Reyhan Zözlen
    Nisan 24, 2020

    Doğru fikir ve tespitlerimizle HARİKA bir yazı olmuş

  • Sabahat
    Nisan 25, 2020

    Yine yüreğe dokunan, yüreği buran bir yazı, o rüyayı gerçek yapmak varken, ne hale geldiğimizi ne güzel anlatmışsın sevgili Salim bütün bunlar inşallah daha iyi bir dünya ve toplum olmamıza yardim eder. Düşüncelerine kalemine sağlık
    Sabahat Poshor

    • Salim Kadıbeşegil
      Nisan 25, 2020

      Sabahat hanım insanlık tarihinde çok önemli bir sapakta durduğumuzu düşünüyorum. Bir taraf esenlik diğer taraf felaket gibi. Dünyayı yöneten liderlerin kapasitesi ve sicillerine baktığımda maalesef ümitli olamıyorum. ABD ve İngitere sanırım en güzel örnekler. Teşekkürler katkınız için.

  • Salih Kaplan
    Nisan 25, 2020

    Söyledikleriniz bir Ütopya
    Keşke hayata geçirilse.

  • Güler Köstem
    Nisan 28, 2020

    Yazınızı tekrar tekrar okuyorum. Her satırı gerçeğimizi
    anlatıyor. Politikacıların değişmesi gerekiyor.
    Korona bunu sağlar mı?
    Çok zor.
    Torunlarımıza mahvolmuş bir Dünya kalacak kaygısı hep içimde.

    • Salim Kadıbeşegil
      Nisan 28, 2020

      Maalesef doğru söyledikleriniz Güler hanım ama çözümlerin nerelerde olduğu konusunda hem fikir olmak umutlarımızı canlı tutuyor

  • Salim Kadıbeşegil
    Nisan 27, 2020

    Sevgili Zeynep tespitlerin ve bakışın o kadar yerinde ki ki Bakalım bizim gibi düşünenlerin dünyası gerçekebilecek mi?

Ne düşünüyorsun?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir