Öfke toplumu olduk.
Her an her yerde patlamaya hazır barut fıçıları gibiyiz.
Sadece kendimizi değil, geleceğimizi, başkalarının geleceğini de yok etmek üzere kurulmuş saatli bombalara döndük!
Trafikte, alışverişte, kuyruklarda…
Hatta sabah keyif çayı içerken bile…
Yaşamın her an nasıl kararacağını hesap eden bakışlar var insanların üzerinde.
Çünkü “gülmeyi” unuttuk. Gülmenin yaşamın “ta kendisi” olduğu gerçeğinden uzaklaştırıldık.
Astronot Niyazi’lerle hayatıma giren Devekuşu Kabare’nin Metin Akpınarlı-Zeki Alasyalı oyunları vardı yaşamın bir yerlerinde.
Müjdat Gezensiz, Levent Kırcasız bir dünya düşünemezdik.
Pazar günleri büyük bir iştahla Bedri Koraman’ın Milliyet Pazar’daki tam sayfa karikatürlerini makaslar çerçevelerdik.
Dünyanın en çok satan haftalık güldürü dergisi Gırgır vardı yaşamın odağında. Avanak Avni’li kurardık dostlukları…
Fırt vardı, Leman sahnesi vardı. Aziz Nesin‘siz yetişmiş bir gençlik zaten eşyanın tabiatına aykırıydı.
Onlarca, yüzlerce binlerce güldürü makinası vardı, hayatımızın içinde. Çünkü gülmek yaşamın kendisiydi. Gülebilen insan mutlu olurdu, mutluluk dağıtırdı. Gülmek, gülebilmek, gülmeye doyabilmek belki de yaşamın anlamıydı.
Parayla, pulla, statüyle ilgili bir şey değildi gülmek.
Gülerdi insanlar.
Şehir hatlarında, otobüslerde, sokaklarda, parklarda…
Her yaştan, her kimlikten…
Her coğrafyadan.
Kahkaha sesleri gelirdi dolmuş duraklarından… İçten… Doğal… Yaşamak kokan…
Gıdık gıdım çaldılar ruhumuzdan gülmeyi.
Unutturdular gülmeyi.
Kocaman bir boşluk oldu hayatımızda.
Yapmacık gülüşlerle geçiştirir olduk hayatı.
Komik oyunlarımız yok, karikatürlerimiz yok… Gülecek halimiz yok!
Öfkeyle doldurdular o boşluğu.
Öfkenin provasını yapan insanlara dönüştürüldük.
Daha da kötüsü;
Öfkeli hallerimize gülen bir toplum olduk!
Şimdi uzaklara bakın ve uzun uzun gülün biraz:-)
Ne düşünüyorsun?