Bizim jenerasyonumuzun yaşamın çarklarını döndüren anıları komik gibi geliyor ama hepsinin göbeğinde yaşadık.
Tek kanallı siyah beyaz bir televizyonumuz vardı. Öncede haftada birkaç akşam yayınlarına denk geldik, sonra her akşam vardı ama gece 24:00’de sona ererdi. İleriki yıllarda usul usul renkli yayınlara geçildi. Birden fazla kanalla ancak Anayasanın 1990’ların başında delinmesiyle buluşuldu.
Radyo ile de öyle.
Telefonla telgraf gönderirdik, PTT santraline uyanma saati yazdırırdık!
Anadol, Renault 12 ve Murat 124 “esas” otomobillerdi.
İzmir’den Ankara’ya haftanın belli günleri “bir” uçak kalkardı. Dönüş için bir gece Ankara’da konaklamak gerekirdi.
Gazetecilik okulundaki derslerimizden biri “stenoydu”. Teleksi öğretmediler onu hayatın pratiği içinde mecburen öğrendik. Telefaks gibi.
Önemli kavşaklarda genellikle Puro-Fay-Pop markalı temizlik ürünlerinin logolarının bulunduğu bidonların içinde kollarında dirseklerine kadar beyaz plastik eldiven giymiş trafik polislerinin “dur-geç” işaretleri ile trafik yönetilirdi.
Siyasetin kirlenmişliği bugünkü kadar olmasa da aynı senaryonun ilk versiyonları gündemdeydi; toplumu en az iki kampa ayrıştırmak, ekonomik bağlamda dışa bağımlı tutmak! O yüzden demokrasinin dallarına tutunma ve demokratik bir toplum özlemi bizi bir arada tutan önemli bir çabaydı.
Yine tüketim toplumu idik ama tükettiğimize ve atıklarımıza gezegen bir ses çıkarmıyordu!
Tarih öncesi yaşamdan alıntılar yapmıyorum. 1970’lerden 1990’lara kadar olan dönemden söz ediyorum.
Yapay Zekânın Yönettiği Bir Dünya İle Buluştuk!
Masa üstü bilgisayarların hayatımıza girdiği 1990’larla birlikte dünya daha hızla dönmeye başladı. Sadece dünyanın değil insanlığın da yörüngesi değişti sanki! 30 yıl içinde insanlığın değil “yapay zekânın” yönettiği bir dünya ile buluştuk.
Ne alacağımıza…
Ne yiyeceğimize…
Ne konuşacağımıza…
Kime oy vereceğimize…
Karar veren bir sistemler bütünü kuşattı her bir tarafımızı.
2020 yılında doğanlar 2085 yılında biz yaşlara geldiklerinde nasıl bir dünyanın parçası olacaklar bunu kestirmek güç! (Günümüzde her gün 360 bin yeni doğum oluyor) Bilim kurgu senaristleri farklı modeller üzerinde çalışıyorlar. Tıpkı 1970’lerde “Uzay Yolu” dizisi için ekran başına geçtiğimizde “ütopik” dediğimiz her şeyin bugün içinde yaşadığımız gerçekliğin bir parçası olması gibi senaristlerin elinden çıkacak kopyalarda da gelecek yaşamın öngörüleri olabilir.
Ama mesele bu değil!
Yapay zekânın bize nasıl bir yaşamı layık göreceğinden çok duygularımızı nasıl kemireceği sorgusu insanı dehşete düşürüyor. Çünkü “kirli ellerdeki” teknoloji insanlık için pek de hayırlı sonuçlar getirmiyor.
Son örneklerinden birini kriptoparadaki gelişmelerde görüyoruz. Kripto parayı en çok sevenlerin başında uyuşturucu baronlarının, silah kaçakçılarının, göçmen ticareti yapanların ve diğer yasa dışı işleri kendi yaşamlarının omurgası yapanların olması bir tesadüf olabilir mi?
Aynı şekilde, sosyal medya çılgınlığını üretenlerin ve sadece “reklam geliri” elde emek amaçlı olduğunu iddia etikleri uygulamalarının arka planında kendimizin bile bilmediği özelliklerimizi ele geçirenlerin siyaseten nemalanmak isteyenlerle işbirliği içinde olmadıklarına inanmak mümkün mü?
Demokrasi… Hangi Demokrasi?
Kısacası;
Yüz tanıma özellikleri uygulamalarına sahip iktidarların yönetimlerinde “demokrasi” olabilir mi?
Demek ki;
2020’de doğanlar biz yaşlara geldiklerinde demokrasiyi bir lale devri olarak okuyacaklar!
Öte yandan, Korona yüzünden iklim değişikliği ve küresel ısınma rafa kaldırılmış gibi görünüyor. Oysa ki, gezegenin ve üzerindeki misafir konumundaki insanlığın karşı karşıya olduğu tehdit bu kavramların arka planlarında olan bitenlerle ilgili.
Şimdilik, gıda, su, tohum bir şekli ile 8 milyarlık dünya nüfusuna adaletli dağıtılmasa da yetiyor. Ama birkaç yıl sonra doğal afetlerin ve iklim değişikliğinin etkisi arttıkça yaşamsal temel ihtiyaçları neler karşılayacak?
Kevin Costner’ın yapımcılığını üstlendiği Su Dünyası filmi ticari bir proje olarak, belki de Hollywood’un yakın tarihinde en çok kötülenmiş ve alaya alınmıştı. Gerçekten 175 milyon dolara malolmuş ve gişede hüsrana uğramış olan bu filmi şimdi izlesek iklim değişikliği gerçekliği karşısında bize neleri düşündürtecek?
Bugünün kentlerinin tarihin farklı dönemlerindeki antik kentlere dönüşebileceğini iddia edebilir miyiz?
“Enerji, su ve tohum Bedava Olursa…” başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazıyı şöyle bitirmiştim:
“Dünya Günü 50. Yılını geride bıraktı. Yaşamakta olan çevre sorunları ve bunların sonucunda yaşamak zorunda olduğumuz kalitesiz yaşamı tersine çevirmek için bilimin sesine kulak vermedik ve 50 yıl kaybettik! Bu gezegenin, üzerindeki çiçek, böcek, kuşlar ve ağaçlarla bize zimmetli olduğunu görmezden geldik. Yeddi eminlik görevimizi sanal zenginliklerimiz için savsakladık. Zenginlerin zenginliklerini bile yaşayamadıkları bir dünya için insanlık çok ağır bedeller ödedi ve ödemeye devam ediyor. Eğer, enerji, su ve tohum dünyanın her yerinde ve herkes için bedava olursa insanın insan olmanın erdemleri ile buluşabileceği bir geleceğin kapısı aralanır mı diye düşünmeden edemiyorum.”
“Yeni dünya düzeni” tekerlemesi 1935’lerden bu yana temcit planı gibi servis edilir. Bunun bile raf ömrünün dolduğu bir döneme tanıklık ettiğimiz bir süreçte 2020’de doğanların biz yaşlarını bereketli hilal Mezopotamya’nın tarihsel kalıntılarını kendine mesken tutup, ilkel tarımla tanışacaklarını iddia eden fütüristlere kulak verecek olursak toplumsal yaşamın hangi değerler üzerine inşa edilecek kültürden besleneceğini tartışabiliriz.
Acaba “başa mı” Dönüyoruz?
Özetle Quartz’da bulduğum ve önemli düşünürlerin kendi cevaplarını verdikleri şu soruların cevapları 2020’de doğanların dünyasını şekillendirecek?
- Dünyayı kim yönetecek?
- Hangi ülkenin ekonomisi güçlü olacak?
- Ne tür şirketler daha önemli olacak?
- En büyük çatışmalara ne neden olacak?
- Birbirimizle nasıl iletişim kuracağız?
- Nasıl para kazanacağız?
- Birbirimizi nasıl eğlendireceğiz?
- Ne yiyeceğiz?
- Nasıl öleceğiz?
- Ne giyeceğiz?
- Aşkı nasıl bulacağız ve tanımlayacağız?
- Hangi hikayeleri anlatacağız?
- Bilgiye nasıl ulaşacağız?
- Ne tür ulaşım araçları kullanacağız?
- Şehirler neye benzeyecek?
- Sınırlar nasıl olacak?
- Diğer gezegenlere gidebilecek miyiz?
- En değerli kaynağımız ne olacak?
- Doğal yaşamı dönüştürecek en önemli değişim ne olacak?
- Daha eşit bir yaşam formu olabilecek mi?
- Toplumsal değişimi sağlayacak en büyük teknolojik atılım ne olacak?
- 50 yıl sonrası için en iyi tahmin ne olabilir?
Bunlara birkaç tane de ben ilave edeyim;
- Hangi dili konuşacağız
- Hangi para birimi geçerli olacak?
- Okyanuslarda tarım yapılabilecek mi?
- Antartika’da bir evimiz olabilecek mi?
- Aynı cinsten evliliklerin oranı ne olacak?
- Milliyetçilik meselesi ne olacak?
- Arabesk müzik ne olacak?
- Hangi okullarda ne eğitimi verilecek?
- Özel yaşam diye bir şey olacak mı?
Şimdi 50 yıl geriye gidelim…
Yani 1970’lere…
Tek tek bu soruların cevapları üzerinde çalışalım…
Bugünlerin fotoğrafını çekelim.
Teknolojinin ve bilginin yayılma hızını dikkate alarak 50 yıl sonrasına bir bakalım.
2020’de doğanların mutluluğu nerede ve nasıl bulabileceklerini düşünelim!
(*) BrandMap Kasım 2020 sayısında yayımlanmıştır.BM40_Kasım_2020_SalimKadibesegil
Ne düşünüyorsun?