Bu yazının konusu olan söyleşiyi TEİD tarafından bu yıl 8.si düzenlenen Etik Zirvesinin açılışında TEİD Yönetim Kurulu Üyesi Tayfun Zaman’ın sorularına cevaben yaptım. Söyleşinin video kaydını yazının sonunda bulabilirsiniz.
COVİD-19 ile ne öğrendik? Ulusların sınırlarının küresel sorunlar karşısında bir “anlamı” olmadığı birinci ders sayılırsa “iklim krizi” (maalesef) içinde yaşayarak öğrenmek zorunda kalacağımız ikinci ders olarak tanımlanabilir. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin neden olduğu zengin-fakir arasındaki uçuruma artık “kapımızın önünde” tanık oluyoruz. Tüketim toplumu haline dönüşmenin bedelini de zengin-fakir ayrımı gözetmeksizin ödediğimiz bir dönemden geçiyoruz. Zenginlerin zenginliklerinin bile keyfini süremedikleri bir dönemden geçtiğimizi de bir kenara iliştirelim.
Peki “çare” var mı? “Çözüm” var mı? Bu kötü gidişatı belki durduramayabiliriz ama geçmişin yanlışlarından yola çıkarak yeni bir toplumsal yaşam modeli tasarımlayabilir miyiz?
Kapitalizm şirketlerin varlık nedenini hissedarlarına değer yaratmak üzere kurgulanmış bir sistem olarak tarihe geçti. Yani “kâr” etmeleri isteniyordu şirketlerden. Çünkü hissedarları bu şirketlerde “gelecek” görmüşler ve “para” yatırmışlardı. 1900’lerin başından beri kapitalizmin ihtiyaçların karşılanması için kâr etmeleri kurgusuna 1930’larda bir ekleme daha yapıldı! İhtiyaçların karşılanmasından elde edilecek kârın yeterli olmadığından yola çıkılarak hayallerin ve arzuların da pazarlanabileceği teorisi benimsendi Bir üst kurguyla önce “tüketicilerin zihninde bir ‘yeni tüketici profili’ pazarlaması” yapıldı; marka, reklam, halkla ilişkiler ve satış/pazarlama stratejileri ile kapitalizmin hedefleri taçlandırıldı. 1970’lere gelindiğinde Nobel İktisat ödüllü iktisatçı Prof. Milton Friedman “şirketlerin sosyal sorumluluğunu kâr etmek” olarak tanımlıyordu!
“Ne pahasına olursa olsun tüket” anlayışının uzantısı olarak insanlar geleceğe borçlandırılarak kendilerine ait olmayan bir hayatın içinde sonsuz bir tüketim kıskacında yaşamlarını biçimlendirdiler. 2000’lere gelindiğinde tüketim çılgınlığının başta insan hakları, ekolojik denge, gelir dağılımındaki adaletsizlik olmak üzere yaşamın sürdürülebilirliğinin büyük tehlike altında olduğu uluslararası raporlara zaten yansımıştı.
Kapitalizme Yeni Elbise Dikiliyor!
Dünya liderlerinin her yıl Davos’ta Dünya Ekonomik Forumunda bir araya geldikleri toplantılarda yüksek sesle şirketlerin kâr iştahının sürdürülemeyeceği konuşulmaya da başlanmıştı. “Post kapitalizm” başlığı ile altının ne kadar dolu olduğu, işe yararlılığı tartışılır kavramlar havada uçuşuyor. Kullanılan kavramlar arasında “paydaş kapitalizmi”, “sosyal kapitalizm” gibi hissedarların dışındaki paydaşların da değerlerini gözetmek gerektiği iş dünyasının gündemini oluşturuyor.
Şirketlerin iletişim stratejilerini yönetenlerin sırtlarını dayadıkları “varlık nedeni” açılımı bocalamaya başladı. İletişimcilerin “paydaş değerini” önceleyen varlık nedeni iletişimi de kökten değişmeye başladı. İşte bu yüzden sürdürülebilirlik, sosyal raporlama, kurumsal vatandaşlık, aktivist CEO’lar gibi kavramlar duymaya başladık.
Yaklaşık 130 yıllık bu maceranın sonunda gezegeni tükettik ama daha önemlisi “ahlakı” da tükettik. Bu yeni kavramların etrafındaki tartışmaların içinde her şey var ama “ahlâk” meselesi yok!
Küreselleşme yaşamın sürdürülebilirliği ile ilgili birçok konunun tartışılmasının kapısını araladı. Şirketlerin geleneksel üret-pazarla-sat anlayışının “sürdürülebilir olmadığı” gerçeği ile buluşturdu hepimizi. Bir yandan gezegen tükeniyor, buna paralel hammadde kaynakları kendini yenileyemiyor, diğer yandan toplumun duyarlılıkları içinden yükselen “hesap sorulabilirlik” (Hesap verilebilirlik) şirketleri sık boğaz ediyor, bunlar kanun ve düzenlemelere yansıyor ve her geçen gün şirketler geleneksel iş modellerinin açmazında “çare” ve çıkış yolu arıyorlar.
“Pabuçları Damda olan CEO’lar”
Bunlar olup biterken dünyanın en güçlü iş lobilerinden biri olan Business Rountable bir bildiri yayımladı ve üyesi olan 200 CEO’dan 181’ı bu bildiriyi imzaladı. Özetle; “Pabuçları Damda olan CEO’lar Ne İmzaladı?” başlıklı yazımda şu hususlara vurgu yapmışım.
Bugüne kadar “paradan başka tanrı tanımayan” bu şirketler tam da kapitalizmin mabedinde diyorlar ki;
- Biz yanlış bir şeyin peşinde koşuyormuşuz!
- Hissedar değerini her şeyin önünde ve üzerinde tutmakla yanlış yaptığımızı gördük. (Zaten hissenin bir değeri yok. Çok önemli bir şey olsa üniversitelerde ders olarak okutulurdu. Örnek; Enron, Gamestop)
- Olması gereken, başta çalışanlarımız, müşterilerimiz/tüketicilerimiz, tedarikçilerimiz, üretim yaptığımız yerlerdeki yöre halkı ve genel de toplumun değerlerinin peşinden koşmamız gerekiyormuş.
- Sosyal sorumluluklarımız ticari beklentiler olmadan yerine getirilmeliymiş
- Şirketlerin varlık nedeni hissedarlara para kazandırmak değil saymış olduğumuz paydaşların çıkarlarına hizmet etmekmiş.
- Önemli olan etik ve ahlaki olmakmış!
Onların anlayacağı dilden söylemek gerekirse; “Good morning after supper”
Bizim yöresel deyimimizle “yatacak yerleri yok” bunların…
Ahilerin deyimi ile pabuçları dama atılmıştı zaten…
100 küsur yıllık gecikmenin neye mal olduğunun farkında mı bunlar?
Bu gezegene kapkara bir is bıraktıktan sonra bu bildiri onların itibarını iade edebilir mi?”
Toplumsal Tepkilerin “Markaya” Dönüşmesi
İşlerin bu noktaya gelmesinde toplumsal dinamiklerin tabii ki çok önemli bir yeri var. Çünkü küresel çapta hangi değerlerin yükselmekte olduğunu bu dinamiklerin içinde görebiliyoruz. Özellikle toplumsal tepkilerin “markaya” dönüşmesinin şirketler, markalar ve düzenleyici kurumlar üzerindeki etkileri çok yüksek. Biz bunlara “sosyal tepki markaları” (Protest Brands) diyoruz. Paris sokaklarını aylarca meşgul eden “sarı yelekliler”, #metoo, #occupywallstreet, Hong Kong’da karşımıza çıkan sarı şemsiyeler, İtalya seçimlerinde boy gösteren “sardunya hareketi”, bizde Gezi döneminde markalaşan #duranadam gibi. Küreselleşmenin bir başka boyutu olan “bireylerin küreselleşmesinin” göstergesi olan bu gelişmeler önce “Ne oluyoruz?” sorusunu, arkasından “bizi de etkiler mi?” sorusunu getirdi. Etkileyeceği son derece net olduğundan “biz ne yapmalıyız?” sorusunun cevabı aranmaya başlandı.
Şirketler Kültürleri İle Rekabet Ederler!
Şirketleri aynı sektörde bile olsalar birbirlerinden ayıran temel özellikler sahip oldukları kültür ve benimsedikleri değerlerdir. Şirketler aslında ürün ve hizmetleriyle değil kültür ve değerleri ile rekabet etmekteler. Bugün tüm dünyada farklılaşma göstergesi olan kurum itibarı da söz konusu değerler ve kültür üzerine inşa edilmektedir. Örneğin “müşteri /tüketici odaklı” bir şirketin pazarda bu konuyu benimsememiş şirketlere oranla ciddi avantajları vardır. Neden? Çünkü müşteri odaklılık toplumsal duyarlılıklar içinde üst sıralarda durmaktadır. Yani bir “değerdir”. Karşılığı vardır. Tabii değeri benimsemekle iş bitmiyor. Her şirketin müşteri odaklı olduğunu varsayalım. Bu duyarlılığını hangi kültürden beslenerek müşterilere yansıtıldığı yine bir rekabet göstergesidir. Kültürün bu anlamdaki karşılığı şirketin politikaları, süreçleri ve çalışanlarının davranışlarıdır.
Şirketler vizyonlarını ve misyonlarını “kurumsal değerleri” ile ete-kemiğe büründürürler. Ancak bir koşulda bu değerlerin karşılığı vardır; toplumun duyarlılıklarının göstergesi olmaları ön koşuldur. Müşteri odaklılık toplumda kabul görmüş bir değerdir. Ekolojik çevre gibi. Karbon ayak izi, su ayak izi, plastik ayak izi gibi. İnsan hakları ve bu şemsiyenin altında toplaşmış olan; kadınların statüsü, çocuk hakları, ırk ayrımcılığı, mülteciler gibi.
Burada saymış olduğumuz değerler 30 yıl önce gündemde bile olmayan başlıklardı. Tıpkı bunlar zaman içinde “hijyen” kabul edilip yerine başka değerlerin hayatımıza yön vereceği gibi. Ama toplumsal dinamikler bunları değere dönüştürdü ve şirketlerden de bu değerlere yönelik bir talep oluştu. İşte bu yıl Davos gündemini de işgal eden konu başlıklarının arka planında özellikle 1980’lerden bu yana sokaklarda yaşanan bu gelişmeler Vardı!
“Anlamlı Şirketler Veya Sosyal Fayda Yaratan Şirketler”
Bu gelişmeleri önceden öngören bazı şirketler erken yol alıp başka bir yolculuğa çıktılar.
Bunlara “anlamlı şirketler veya sosyal fayda yaratan şirketler” adı verildi. Kapitalizmin döngüsü içindeki şirketlerin geleneksel iş yönetme anlayışlarından farklı olduklarını iddia eden bu şirketler küresel ölçekte ayrı bir “lig” oluşturmaya başladılar desek yeridir. Hemen hemen her sektörde karşımıza çıkmakta olan bu şirketler ilk bakışta; vizyonları, misyonları ve değerleri ile daha sonra da politika ve süreçleri ve sonuçta da aldıkları kararlar ile “sıra dışı” bir gündem yaratmaktalar.
Örneğin; Ocak 2020’de Unilever dünya çapındaki tüm tedarikçilerine bir duyuru yayımladı ve onlara 2030 yılına kadar çalışanlarının yaşam standartlarının artırılması ile ilgili hedef koydu. Bu hedef, sadece çalışanlarına “iyi ve tatminkâr” bir ücret verilmesinin ötesinde onların sosyal ve çevresel duyarlılıklarının artırılmasını da kapsıyor.
Tabii ki, söz konusu anlamlı şirketler “bazı” liderlerin vizyonunun eseri olarak gündemimize geldi. Onlar cesaretli adımlar atarak gelenekleri bozdular. Yeni standartları belirlediler. Sadece kendi bulundukları sektörlere değil başka sektörlerdeki şirketlere de ilham kaynağı oldular. Bunlar arasında özellikle Unilever gibi dev bir şirkette büyük bir dönüşümü gerçekleşmesinde baş rolü oynayan Paul Polman’ı belirtmemiz lazım. Ama Unilever’e “öğretmenlik” yapan ve dünyada “sosyal sorumluluk” kavramının yeşermesinde baş rolü üstlenen Ben & Jerry’ nin kurucuları Ben Cohen ve Jerry Greenfield özellikle incelemeye değer liderler arasında.
Anlamlı ve sosyal fayda yaratan şirketler yeni “iş modeli oluşturmak” için çok çaba harcamadılar. Sosyal girişimcilik şemsiyesi altındaki felsefe aradıklarını fazlasıyla veriyordu. Bunu sadece büyük ölçekte nasıl gerçekleştirebilecekleri bir soru olabilirdi.
Kökleri daha eskiye gitse de özellikle 2000’li yıllarla birlikte “sosyal girişimcilik” bir iş modeli küreselleşen dünyanın her tarafında kabul gören bir yapılanma olarak gündemimize girdi. Sivil toplumun küresel seslerinden ASHOKA sosyal girişimciliği şöyle tanımlıyor; “İş dünyasının yüzünü değiştiren girişimciler gibi, sosyal girişimciler de toplumsal dönüşümün değişim araçlarıdır. Öncelikli toplumsal sorunları, maddi fayda ve kar ön planda olmaksızın, çözümlemeyi ve problemi ortadan kaldırmayı hedeflerler. Tıpkı ticari girişimciler gibi başkalarının göremediğini görerek yeni fırsatlar yaratırlar, sistemleri değiştirirler ve yeni yaklaşımlar bularak toplumun önemli sorunlarına çözüm getirirler.”
Örneğin; sinema sanatçısı Paul Newman’ın 1980’lerin başında kurduğu Newman’s Own markası günümüze kadar yansıyan başarılı örnekler arasında. Salata sosları ile başlayan daha sonra organik üretim diğer ürünleri yelpazeye dahil eden Newman’s Own’ın özelliği elde ettiği kârın tamamını diğer sosyal girişimlere bağışlıyor olması. Bugüne kadar 500 milyon dolardan fazla bağış yapıldığı gerçeği sistemin ne kadar sağlıklı bir temel üzerine kurulu olduğunu gösteriyor.
Benefit Corporations Hızla Yayılıyor
Bu gelişmelere paralel bir başka yapılanma hayatımıza girdi, Benefit Corporations (B+) Bunların sayısı da çok hızlı bir şekilde artıyor. 70 ülkede 3.500’den fazla B Corp var. Legal Studio bu modeli şöyle tanımlıyor:
“B Corp’lar kâr amacı güden, vergiden muaf olmayan ve büyük çoğunlukla klasik bir şirket gibi işleyen ticaret şirketleridir. Ancak klasik bir şirketin aksine tek maksatları kâr maksimizasyonu olmayıp toplumsal bir faydaya hizmet etmenin de peşinden giderler. Yani B Corp’lar iki temel hedefi olan ticaret şirketleridir: Kazanç elde etmek ve sosyal bir amacı takip etmek. Bu yönüyle B Corp, kâr amacı güden ve gütmeyen tüzel kişilikleri bir potada eritmekte ve kârından fedakârlık yapma pahasına da olsa çevreyi ve toplumlu olumlu şekilde etkilemek için faaliyet göstermektedir.
Hissedarların kârını maksimize etme amacından sapan bir idare tarzı izlediğinde sorunlar yaşayabilecek klasik ticaret şirketi yöneticisinin aksine B – Corp yöneticileri; çalışanları, toplumu ve çevreyi odağa alan bir yönetim sergilediklerinde kişisel sorumluluk altına girmezler.”
Örneğin, Danone, 2025 yılına kadar B+ hedefi koydu kendisine. Bu süre içinde sertifikasyon süreçlerini tamamlamaya yönelik değişim ve dönüşüm çalışmalarını hızlandırdı.
Sosyal girişimciler ve Benefit Corporations dünyasında girdiğimizde karşımıza “etik ve adil ticaret” çıkıyor. 2020’de 6 Trilyon dolardan fazla iş hacmi yaratan bu kavramı da bu hamurun içinde karmak gerekiyor. Gazeteci Dr. Şeref Oğuz’un kaleminden konuyla ilgili bir alıntı yapalım; “Adil ticaret, aynı zamanda etik ticaret ile akraba bir kavram. Etik ticaret ise bir şeyi üretirken vergisini ödemek, kaçak işçi çalıştırmamış olmak, çevreyi kirletmemek, ortağını dolandırmamış olmak, müşterisine kazık atmamışlık ve rüşvet vermemişlik gibi kavramların bütününü tanımlıyor.”Anlamlı ve sosyal fayda yaratan şirketlerin sosyal girişimcileri göz ucuyla takip ettiklerini söyleyebiliriz. Değerlerdeki değişim rüzgârları öncelikle oralarda esiyor. Buradan hareket ederek şirketlerin yönetim alışkanlıklarında da köklü değişiklikler yaşandığını gözlemliyoruz. Ana başlıkları ile bunlar arasında;
- Yönetim kurullarına STK temsilcilerinin giriyor olması
- Yöneticilerin performans değerlendirmelerinin metrikleri finansaldan, sosyal, çevre ve çalışan mutluluğu alanlarına kayıyor.
- Evet satış hedeflerini tutturdun ama bunun karbon, su, plastik ayak izleri maliyeti ne resmi belgelere girecek kapsamda sorgulanıyor.
- Birlikte çalıştığın arkadaşlarının mutluluğu nedir?
- Sosyal ve çevresel etki performansın ne?
- Tedarikçilerde durum ne? Onların çalışanlarının yaşam standartları nasıl? Ekolojik çevre performansları ölçülüyor mu?
Bu konuda Chief Executives for Corporate Purpose’ daki gelişmeleri izlemek lazım
Demokrasi Nereye Şirketler Nereye Evriliyor?
Otoriteryen rejimlere evrilmekte olan demokratik anlayışın ışığında bütün bu gelişmeler bu yüzyılda bizi nerelere götürebilir? Onları iktidara taşıyan demokrasinin açılımındaki tüm kavramlarla çelişen yönetim üslûbunu benimsemiş otoriteryen rejimler Koronavirüs karşısında nasıl çaresiz kaldıysa diğer konularda da küreselleşmiş bireylerin gücü karşısında da hiç şüphesiz çare arayışı içinde olacaklardır. Michael Assange ve Edward Snowden örnekleri onların ensesinde demoklesin kılıcı gibi sallanmaktadır. Yani iklim krizi ve küresel ısınma devletler için başka bir yönetim iklimi ve ısınmanın habercisidir.
Covid-19 aşısının dağıtımı ve özellikle yoksul ülkelerin vatandaşlarının aşıya erişimi ile ilgili tartışma bu yaklaşımı destekleyen bir gündemi oluşturmaktadır. Avrupa Birliği’nin bu konuda “kötü” bir sınav vermiş olması küresel önceliklerin ne olması gerektiğini gelişmiş ülkelere net bir şekilde hatırlatmıştır.
Öte yandan, toplumsal dinamikler yaşamı önceleyen temel bakış açısındaki sıralamayı değiştirebilir! (Kapitalizmin sonu) Önce para, sonra insan, sonra gerek kalırsa ekolojik çevre olan anlayış; önce gezegen, sonra üretim için ihtiyaç duyulan hammaddelerin ekolojik veri tabanı, sonra insan, daha sonra da gerek kalırsa (!) para şekline dönüşebilir.
Anlamlı ve sosyal fayda yaratan şirketler rüzgârı savaşların ana nedeni olan; enerji, su, tohum, farma gibi endüstri kollarını da dönüştürmeye aday olabilir. Biraz sancılı olabilecek bu dönüşüm bu konularda küresel toplum desteğini arkasına alabilecek uluslararası kurumların oluşumu ve bunların düzenleyici kurum niteliğindeki karar ve uygulamaları da beraberinde getirebilir. Hatta günün birinde (!) enerji, su, tohum ve farma üretim-pazarlama ve ihtiyaç sahiplerine erişim “bedava” olursa sıcak savaş nedenleri büyük ölçüde ortadan kalkmış olabilir (mi?).
Bu arada, yükselen değer kripto paranın başımıza açtığı işi bir kenarda saklı tutmamız lazım. Bunlardan biri olan bitcoin’e olan yüksek talebin karşılığında Arjantin’in ihtiyaç duyduğu enerjiyi tükettiğimizi bilelim. Aynen besi çiftliklerinde et ve süt ürünlerini veren ineklerimizin küresel ısınmanın baş aktörlerinden biri olduğu gerçeğinde olduğu gibi. Yani, geleceğe yürüyüş çok tutarlı olsak bile yükümüzü ve sorunlarımızı ağırlaştırmaya da gebe.
Bu Örnekler içimize yaşıyor!
Yeni bir toplum yapısı ve bunun dayanağı olan bir toplumsal sözleşmeye olan ihtiyacın ayak seslerini duyuyoruz. Benim teşhisimle uzun vadede “wikidedia” modeli etrafında buluşacağız gibi. Wiki kaynak kullanımı felsefesi ile desteklenen Wiki iş modelleri aslına günümüzdeki başarılı kooperatiflerin inovasyon ve teknoloji ile harmanlanmış versiyonu.
Wikipedia birçok farklı alanda örnek alınabilecek yapılanma modeli. Günün birinde küresel sorunları da dert ederek ortaya atılacak bir “fikir” etrafında herkesin katkısıyla zenginleştirilecek entelektüel birikimin yine bu fikrin zenginleştirilmesine katkı verenlere ek olarak herkes tarafından kullanılması, sahiplenilmesi ve aynı amaca yönelik başka fikirlerin oluşumuna zemin hazırlayacak ortamlara taşınması söz konusu olabilir mi?
Aklıma Film yönetmeni/sinema sanatçısı aynı zamanda çevre aktivisti Robert Redford geliyor. 1960’ların başlarında hayali olan Sundance’i 1970’lerin sonunda bağımsız sinemanın merkezi haline dönüştürmek için kervan geçmez kuş konmaz bir yerde kurduğu mini-kasabayı tam bir wiki-iş modeli kıvamında Sundance Enstitüye dönüştürmesi verilebilecek onlarca örnekten sadece bir tanesi. Paranın dışındaki her şeyin “öncelik” olduğu sistem kendi alanında “katma değer” üretimi odaklı iş modeline sahip. Özellikle dünyanın sosyal sorunlarına odaklı, yazarlar, yönetmenler, oyuncular, yapımcılar ve o alana ait herkesin sisteme katkı sağladığı ve bunun çıktılarından da tüm insanlığın nemalandığı bir yapılanma bu satırların buraya girmesine neden oluyor. Aynen e-bay’in kurucusu girişimci Jeff Skoll’un adını taşıyan vakfı ile yapmaya çalıştıkları gibi. Lord John Bird bunu sokaklardaki evsizlere yönelik geliştirdiği Big Issue ile gerçekleştirdi.
Bangladeşli Nobel Barış Ödüllü Muhammed Yunus’un başarı ile yönettiği mikro kredi sistemi bir diğer örnek.
Benim yaşadığım Çeşme yarımadası bölgesinde bunlardan bir dolu başarılı örnek var; 1930’lardan bu yana tiyatrosu olan Bademler köyü ve Kalkınma Kooperatifi en başarılı örneklerden biri. Köy halkı bir yandan başta tiyatro, oyuncak müzesi, kütüphane ve diğer sosyal ve kültürel faaliyetler ile zenginliğini borçlu olduğu geleneklerini yaşatırken diğer yandan üretici kimliği ile başarılı bir ticari sınav vermekte. Hemen ileride Gödence kooperatifi kırsal kalkınmada başlı başına bir başarı öyküsü. Tire Süt Kooperatifi keza öyle.
ASHOKA ödüllü sosyal girişimci Dr. Uygar Özesmi’nin liderliğini yaptığı “good4trust” geliştirdiği “türetim ekonomisi” anlayışı ile tam bir wikipedia toplumu örneği
Ne Yapmak Lazım?
Asyada minicik bir krallık olan Butan 1970’lerden bu yana “başka” bir modelle yönetiliyor. Onlar parasal mutluluğun değil halkın mutluluğunun göstergesi olan “mutluluk endeksi” kriterlerini uyguluyorlar. Yaşamı başka bir formata taşımak tabii ki mümkün.
- Yeni bir dünya ve yeni bir yaşam kurgusu için cesur çıkışlar gerekiyor
- Eski model düşünmeyi bir kenara bırakmalıyız.
- Karbon ayak izi, plastik ayaz izi söylemlerini aşmalıyız.
- Yeni küresel örgütler kaçınılmaz. Bugünün Birleşmiş Milletleri, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi raf ömrü dolmuş kurumların yerine iklim krizi ve küresel ısınmanın temel sorunları ile baş etmek için küresel ölçekte devinim yaratacak yepyeni kurumlara ihtiyaç var.
- Hisse senetlerinin bir anlamının kalmadığını, hatta geleceğimizi karartan enstrümanlar olduğunu düşünebilmeliyiz
- Bir avuç spekülatörün oyun tahtası olan borsaları hayatımızdan çıkarabilmeliyiz
- Şirketlerin büyümesine izin vermemeliyiz
- Küresel tek para birimine geçebilmeliyiz
- Ahlaksız bilimi dışlamalıyız
- Heykeltraşların bile vergi rekortmenleri olabileceği toplumlara dönüşebilmeliyiz.
- Adaleti gerçek anlamda toplumsal yaşamın omurgası yapabilmeliyiz.
- Tarımda yerel üretimi tetikleyecek işleri yapmalıyız. Binlerce yıllık doğa ve tarım bilgisini koruyabilmesi, bir sonraki nesillere aktarabilmeliyiz. Açlığın önüne yerelde geçebilmeliyiz.
Kısacası WİKİPEDİA toplumuna dönüşebilmeyi düşünebilmeliyiz!
TEİD 8. Etik Zirvesi açılış konuşması; RepMan itibar Araştırmaları Merkezi Kurucu Başkanı Salim Kadıbeşegil ve TEİD Yönetim Kurulu Üyesi Tayfun Zaman
Fügen Toksü
Mart 20, 2021Salim harika bir toparlama olmuş, kalemine aklına sağlık.
Sevgiler
Fügen
Salim Kadıbeşegil
Mart 20, 2021Teşekkür ederim sevgili Başkan. Sizden duymak büyük mutluluk