Dünya gazetesi yazarlarından Dr. Fatoş Karahasan değerli akademisyenlerimizden ve RepMan İtibar Araştırmaları Merkezi Danışma Kurulu üyelerimizden Prof. Dr. Haluk Gürgen ile “Krizi fırsata çevirebilecek mi?” başlıklı bir söyleşi yaptı. Söyleşinin tamamını buradan okuyabilirsiniz. Ancak akış içinde “hakikat ötesi çağ” başlığı altındaki aşağıdaki bölüm özellikle dikkatle okunmalı:
Bu salgın süreci, dünyada uzunca bir zamandır sürmekte olan “post-truth” ya da Türkçe söylenişiyle “hakikat sonrası” çağ olarak da adlandırılan bir dönemin atmosferi içinde yaşandı. Genel olarak hakikat sonrası; söylemlerin, iletilenlerin insanların duygu ve inançlarına uyduğu sürece yalan olup olmamasının pek öneminin kalmadığı bir çağ olarak tanımlanır. İnsanın bu “hakikat sonrası” çağda çevresinde olan biteni açıklamada ve anlamlandırmada gerçeklerden uzaklaştığı, hakikati, doğruyu aramaktan vazgeçtiği üzerinde durulur. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından bu yana giderek hakikat ya da doğruluk arayışında bir değişimin yaşandığı gözlenmekle birlikte, son yıllarda hakikatin giderek daha da önemsizleştiği üzerinde duruluyor.
Nitekim, Oxford sözlükleri tarafından 2016’da yılın sözcüğü seçilen ve “hakikat sonrası” olarak Türkçeye çevirdiğimiz “post-truth” kavramı, “kamuoyunun oluşmasında, nesnel gerçeklerin, duygulara ve kişisel kanaatlere hitap eden şeylerden daha az etkili olma durumu” olarak tanımlanıyor. Konuya ilişkin yazına bakıldığında da, herhangi bir konuda kamuoyunun bir fikir sahibi olmasında ve davranışa geçmesinde nesnel gerçeklerin değil, duygulara ve kişisel kanaatlere hitap edilmesinin daha etkili olduğu üzerinde duruluyor.
Gerçeklik algısındaki bu değişim hayata nasıl yansıyor?
Gerçekler ile bunlara ilişkin zihnimizde oluşan yargılar arasında bir uygunluğun aranmadığı, herkesin hakikatinin kendine göre olduğu yani hakikatin öneminin ortadan kalktığı söyleniyor. Bu dönemde insanların görüş ve kanaatlerini hakikatle uyumlu hâle getirmektense, nesnel gerçekleri kendi görüş ve kanaatlerine uydurmak için onları bükmek, dönüştürmek ve yalanı gerçekmiş gibi kabul etmenin giderek daha da yaygınlaştığı belirtiliyor.
Dolayısıyla, örneğin seçmenlerin; siyasi söylemlerin gerçeklere dayanıp dayanmadıklarına göre değil, duygularına, kişisel kanaat, inanç ve yargılarıyla uyumlu olup olmadıklarına bakarak bir siyasi parti ve liderini destekledikleri üzerinde duruluyor. Bu durumun, yalnızca siyasetle sınırlı olmadığı, satın alma, tüketim gibi günlük hayatın içindeki pek çok konuyla ilgili kararların alınmasında da geçerli olduğu kabul ediliyor.
Bu dönemde bizler neler bekliyor?
Genellikle “hakikat sonrası” dönemin, özellikle ABD’de 2016 başkanlık seçimi ile yine aynı yıllarda İngiltere’de Brexit referandum sürecinde yaşananlarla birlikte belirgin bir şekilde kendini gösterdiği üzerinde duruluyor. Gerçekten de her iki ülkede yapılan her iki kampanya döneminde siyasetçilerin, kendilerinden önceki diğer dönemlerde olanlarla karşılaştırılamayacak kadar gerçeği çarpıttıkları, birbiriyle çelişen hatta bolca yalan ifadelerle dolu siyasi söylemlerde bulundukları somut verilerle kanıtlanmış durumda.
Dolayısıyla “hakikat sonrası”nın; nesnel gerçeklerin ve olguların öneminin giderek ortadan kalktığı, gerçeklerin, inanç ve kanaatler doğrultusunda kolayca bükülerek dönüştürüldüğü ve bu durumun da bir sorun olarak görülmediği bir dönemi anlattığını söyleyebiliriz. Uydurulmuş veya manipüle edilmiş hakikatin ısrarla ve körü körüne, kitleler tarafından savunulması ise bu dönemin en trajik yanını ortaya koymaktadır.
Ne düşünüyorsun?