BrandMap Dergisi Ocak/Şubat 2022 sayısı için yazmış olduğum “Ahlak ayak izimizi nasıl ölçeceğiz?” başlıklı yazımı paylaşıyorum. Yazının yayımlanmış halini buradan okuyabilirsiniz; BM47_SK
Yıllar sonra gördük ki iklim krizinin baş sorumlusu olan petrol şirketleri sorunu 1970’li yıllardan bu yana biliyorlarmış! Bilimsel raporları sumen altı etmemişler, halının altına da süpürmemişler, uzay boşluğuna havale etmişler! Dahası baş kirleticilerin oyun kurucusu olan ABD hükümeti de bu raporları biliyormuş! Aynen tütün endüstrisinin ana oyuncuları gibi on yıllarca “inkâr” politikaları ile gerçeklerin halktan gizlenmesi için özel bir çaba harcamışlar. Halkın gerçeklerle buluşmaması için lobi ve PR şirketlerine milyonlarca dolar akıtmışlar.
Aslında “inkâr” politikaları hala daha devam ediyor. Eğer ABD’de Trump yönetimi görevde kalsaydı Paris İklim Anlaşması onlar tarafından “yok sayılmaya” devam edecekti.
1970’lerdeki bilgiler ve bulgular aynen bugün olduğu gibi “dehşet verici”. Gezegeni iklim karşısında fosil yakıtlar ve türevleri nedeniyle nasıl bir çaresizliğin beklediğini ortaya koyuyor.
Gezegenin bir iklim sorunu olduğunu Birleşmiş Milletler 1987 yılında Bruntland raporu ile dünya kamuoyu ile paylaştı. Bu tarihten 11 yıl önce petrol sektörünün başını çeken Exxon’un iklim krizinin nerelerden kaynaklanmakta olduğu bilgisine sahip olduğunu Inside Climate News’dan öğreniyoruz!
Plastik, karbon, cam, su ayak izi meselemizin özünde aslında “ahlak ayak izimiz” olduğu gerçeği ile nedense yüzleşemiyoruz. Örneğin, petrol üreticilerinin gerçekleri toplumdan kaçırmak için “kullandığı” PR şirketleri nedeniyle literatüre “Polluted PR” (Kirli PR) diye bir kavram girdi! İletişim sektöründeki birkaç şirketin para kazanmak uğruna tüm PR camiasının itibarını kirletmeye ne hakları var gibi bir sorudan yola çıkarak sorgulama yapmamızın anlamsızlığı ortada! Çünkü “birkaç çürük elma” meselesi değil bu! İnsanlığın geleceğinin tehdit altında olduğunu bile bile “günü kurtarmak” uğruna mesai harcamak ahlaken de izah edilebilecek bir şey değil.
Dahası…
Dahası şu; bu ana kirleticiler günümüzde kendilerini “çevreci” göstermek için türlü masa altı iletişim oyunları ile kamuoyuna sevimli görünmeye çalışıyorlar! Nasıl etkili iklim değişikliği mücadelesi içindelermiş, bilemezsiniz! Başta CEO’ları olmak üzere çevre duyarlılığı ile yatıyorlar, sürdürülebilirlik şemsiyesi için varlarını yoklarını ortaya koyuyorlarmış!
Bütün bunları anlatabilmek için de başta reklam ve PR olmak üzere oluk oluk para akıtıyorlar sisteme. İnandırıcı ve etkili ve hatta “yaratıcı” işlerin toplumu ne kadar etkilediği bir soru işareti. Ama yaptıkları işi ahlaken sorguladığımızda onların hala “şüpheliler” odasında olduğunu görüyoruz. Tabii ki ceket değiştirmekten öte anlamı olmayan bu “saf değişikliği” onların yaptıkları işin hala ahlaken sorunlu olduğunu gösteriyor!
Onlar hala bildiklerini okuyorlar. Peki onlara bu anlamda hizmet veren iletişimcilere ne demeli? Ahlaken onlar da sorgulanmamalı mı? Yoksa onlar gerçekten fosil omurga üzerinde iş yapanlara inanıyorlar mı?
COP 26’ya davet edilmedikleri halde 500 kişi ile konferanslara “bir şekilde katılan” fosil endüstrisi temsilcileri arasında çoğunluğu kimler oluşturuyordu; Lobiciler, PR’cılar ve tabii reklamcıları… Çünkü Fosil Free Media raporuna göre bunlar her yıl 200 milyon dolardan fazla gelir temin ediyorlar bu endüstriden. Tek işleri var; bu sektörün “ahlak ayak izlerini yok etmek!”
Clean Creatives kampanyası ile PR ve reklam sektörünün bu müşterileri terk etmesi istendi. Ve nitekim dünyanın en büyüklerinden Porter Novelli American Gas association ile olan bağlarını kopardı.
Şu gerçeği de bir kenara not etmek lazım; büyük petrol şirketlerinin şüphesiz bünyelerinde temiz enerji le ilgili birimleri var. Fakat bunlar o kadar küçük, etkileri önemsiz ve ait oldukları organizasyonun çağı ile kıyaslandığında o kadar önemsiz ki söz etmeye bile değmez. Hatta bunların bir kısmı etkili sivil toplum kuruluşlarınca de destekleniyor.
Fossil Free Media’ya göre PR şirketleri çoğunlukla müşterileri arasında bu şirketlerin olduğunu da saklıyor. “Buyurun bir ahlak ayak izi sorunu daha!” Dünyada PR danışmanlık gelirlerinin % 80’indan fazlasını temsil eden bu şirketlerin hangi müşteriler ile çalıştıklarına bakarsanız ahlak ayak izi meselesinin karbon, plastik, su ve camdan neden daha önemli olduğunu görürsünüz;
Hill+Knowlton Strategies (Shell, Exxon Mobil, Chevron); Fleishman Hillard (API, Natural Gas Industry, National Association of Manufacturers); Porter Novelli (American Public Gas Association); Ketchum (Exxon Mobil); Weber Shandwick (Exxon Mobil); Edelman (Shell, Chevron, and numerous industry bodies); FTI Consulting (Exxon Mobil and the Independent Petroleum Association of America) and Brunswick (BP). Tam liste için buraya bakabilirsiniz.
İletişim sektörü “inkâr” meselesi ile ilgili bilimsel sayılabilecek bir know-how bile üretmiş durumda. Eğer bakarsanız sistemin ve süreçlerin nasıl çalıştığını çok net görürsünüz. Bunun için 1964 yılına kadar geri gitmemiz lazım. ABD Ulusal Sağlık Dairesi Başkanı Luther Terry 7 bini aşkın makaleyi inceledikten sonra sigaranın sağlığa zararlı dahası akciğer kanserine neden olduğu konusunda bir rapor hazırladı ve kamuoyu ile paylaştı.
Bu rapor belki sigara endüstrinin oyuncularının hoşuna gitmedi ancak günümüzde fosil endüstrisinin de süreçlerine minnettar kaldığı bir inkâr çarkının ortaya çıkmasını sağladı. Dezenformasyon stratejileri ile kamuoyunun kafası karıştırıldı. Akademisyenlere parası karşılığı hazırlatılan sözde bilimsel raporlar, kendi davalarını savunmak için kurdukları sivil toplum kuruluşları, toplumun önde gelen isimlerinin yine parası karşılığı konferans, panel ve seminerlerde konuşturulması gibi taktikler bir inkâr dünyası endüstrisine dönüştü. Parasını verenlerin dışındaki ana oyuncular kimlerdi? Tabii… Bildiniz! Tütün endüstrisinin ayıplarının örtülmesi amacıyla başlayan yolculuk bugün iklim meselesinde petrol endüstrisinin benzer politikaları ile devam ediyor. İletişimciler yan koltukta değil direksiyonda!
İşte tam bu noktada PR ve reklamcılık meslek örgütlerine önemli görevler düşüyor. Yerli veya uluslararası fark etmez.
Ajanslarında cam, plastik, kağıt ayrıştırıyor olabilirler. Hatta bunların nerelere boşaltıldığına kadar takip de ediyor olabilirler. Düzenli olarak karbon ayak izlerini ölçüyor da olabilirler. Gereksiz harcanan suyun hesabını da birbirlerine soruyorlardır. Aile bireylerini ve sosyal çevrelerini iklim meselesi ile ilgili bilgilendirmeyi ana işleri gibi gündemlerine de taşımış olabilirler. Ama, ajansın müşterileri arasında “baş kirleticiler” varsa veya kapıyı bunlardan biri şişkin bir cüzdanla çalarsa ne yapacaklar? Bir yanda bireysel “dik” duruşları diğer yandan “kurumsal çıkarlar” çatıştığında nasıl saf tutacaklar?
O yüzden ajanslar ahlak ayak izi meselesini toplumun takdirini alacak politikalarla yönetmeliler. Paradan daha önemli bir şeyler olduğunu söylemeliler. Sektörlerinin “ahlâk ayak izlerini” bizzat kendileri ölçmeliler. Yayımlamalılar. Yaptırım gücü olan organizasyonlara dönüşmeliler. Bu anlamda başka sektörlere örnek olmalılar. Edward Snowden gibi “kaybedecek bir şeyleri olmadığını” cesaretle söyleyebilmeliler.
Kadriye İpek Men
Şubat 2, 2022Nasıl bir dünyada yaşıyoruz. ? İnsanların para hırsı sınır tanımıyor maalesef.
Salim Kadıbeşegil
Şubat 2, 2022Teşekkürler İpek’cim