Sürdürülebilirlik kavramını maalesef çok geç keşfettik. Günümüzdeki içeriği 1970’lerde de keşfedebilirdik. Beceremedik. Kulak asmadık. Hatta, bugün sürdürülebilirlik kavramının ortaya çıkmasının başlangıcı kabul edilen 1987 Brundland Raporundan bile habersiz sürdürülebilirlik stratejileri yönetmeye çalışıyor şirketler. Milat tabii ki Birleşmiş Milletler’in 1992 yılında gerçekleştirdiği RİO Konferansı. Bugün samimiyetle sürdürülebilirlik politikaları yapmaya çalışan şirketlerin öncelikle o konferansta bir konuşma yapan 11 yaşındaki Everyn Suzuki’yi dinleyerek işe başlamalarını tavsiye ederim.
İletişimcilerin işi zor. Çünkü bir yandan acımasız bir rekabet ortamında temsil ettikleri şirketlerin başarısı ile ilgili gündemi yönetirken diğer yandan bu başarının arka planındaki gezegenin sıkıntılarını gündemden uzak tutmak gayreti içinde kalıyorlar. Örneğin; şirketler karbon ayak izleri ile ilgili hedefleri sürdürülebilirlik stratejileri içinde değerlendiriyorlar ancak plastik, su ayak izleri ile ilgili veriler henüz raporlara girmiş değil. Hammadde tedarikinde insani koşullar, kadınlar ve oralardaki çocukların durumu, yoksulluk, açlık, insana yakışır yaşam koşulları gibi sürdürülebilirlik açısından kritik önem taşıyan konular henüz ölçümlenebilir performans alanlarında tanımlanmış değil. Sosyal sorumluluk makyajı sorunun özündeki temel felsefeyi kavramamıza engel oluyor. Zaten sosyal sorumluluk kavramı insanlığın gelişme ve çağdaşlaşma adına gerçekleştirdiği sorumsuzlukların bir çıktısı olarak gündemimize gelmedi mi?
Şirketlerin itibarına yansıyacak temel ihtiyaç sürdürülebilirlik kapsamına giren konulardaki politikalarının arkasındaki “samimiyet”. Bu samimiyet varsa raporlama yapmaya bile gerek yok!
Hızlı yol almak istiyorsak şirketlerin başarı kriterlerini finansal metriklerden sosyal ve çevresel metriklere dönüştürmemiz lazım.
(*) Nisan 2023 Business Life
Ne düşünüyorsun?