6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremi 15 milyonluk bir nüfusu doğrudan etkiledi. Türkiye, tarihinin en büyük doğal afetlerinden birini yaşadı. Bu tür krizlerin içinde “algı ve iletişim yetersizliğinden” başka krizler doğması doğaldır. Tüm nüfus bir anda depremde zarar görenlerin yarasına derman olabilmek için kolları sıvadı. İrili ufaklı onlarca yardım kampanyası zamana karşı yarış içinde devreye girdi. Sivil toplum kuruluşları “er meydanına” çıkmıştı. Bir yandan büyük bir yıkım diğer yanda ise bu yıkımın altında kalan “güven ve itibarı” yönetmek gündemin üst sırasında yer tuttu.
1999 Marmara depreminde olduğu gibi Kahramanmaraş depreminde de Kızılay enkaz altında kalan kurumların başında geldi. Bir öncekinde; akıl, bilimsellik, dayanışma retoriği ve şeffaflık ile Akut hayatımıza girmişti. Bu kez Ahbap, İhtiyaç Haritası gibi sivil toplum markaları Akut’la birlikte bayrağı taşıdılar. Tabii, adları sayılabilecek onlarca sivil toplum girişimi yaraların sarılmasında cephede omuz omuza verdiler.
Ama üstesinden gelinemeyen temel konuların başında “dezenformasyon” geliyordu. Kaç kişinin enkaz altında can verdiği ile ilgili rakamlara bile kuşku ile yaklaşan kamuoyunun gözü yardım için toplanan paraların amacına uygun kullanılıp kullanılmadığı ile ilgiliydi! Enkazdan uzun saatler sonra sağ çıkarılan ancak nerede olduklarını belirlenemeyen çocukların akibeti bir başka vicdan sızlatan konu başlığı idi. Kendi içinde en organize, teknik donamım-araç-gereç bakımından en hazır kurum olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin neden depremi takip eden birkaç saat içinde sahada olmadığı cevapsız kalan sorular arasındaydı. Bu ve benzer konularla ilgili, belgeye dayalı, resmi, kurumsal güvenilirliği yüksek kurumlarca “tatminkâr” iletişim olmayınca boşlukları ister istemez sosyal medya kanallarındaki kasıtlı-kasıtsız bilgiler doldurdu.
Ahmet Mete Işıkara”nın Güvenilirliğini Örnek Alamadık
1999 Marmara felaketinin “Deprem dedesi” Ahmet Mete Işıkara’nın mumla arandığı bir boşluk dezenformasyona kucak açtı.
İletişimin tek merkezden (mesela bu güçlü bir sözcülük ile AFAD olabilirdi) yönetilememesi bir başka kaosa neden oldu. “Herkes kendi iletişimini yaptı” desek yeridir!
Oysaki enformasyon teknolojilerinin sunduğu imkanlar ile;
- İletişim gerçek zamanlı yönetilmeli. (Koronavirüsün başlangıç dönemlerinde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca her gün aynı saatte düzenlediği basın ve kamuoyunu bilgilendirme toplantıları ile itibarına itibar katmıştı.)
- Şeffaflık temel ilke olarak iletişim yönetiminin omurgası olmalı.
- Hesap verebilirlik performansı kurumların itibarını yükseltir. (Kızılay örneğinde olduğu gibi yapılamazsa itibar gelmemek üzere gider)
- Kamu kurumlarının liyakatli ellerde olduğu algısı yardımları ve dayanışmayı tetikler.
- Yerel kaynaklı iletişimin yaşamsal önemi vardır. Kamuoyu yerelde neler olup bittiğini ancak oradakilerin yorum ve sözleriyle ikna olur.
- Bağımsız kuruluşlarının raporları güven yaratır. (Ahbap’ın gelen yardımlar ve giderlerle ilgili uluslararası bağımsız bir denetleme şirketi ile anlaşması örneğinde olduğu gibi)
- Bu tür doğal afetlerde yaraların sarılmasının yıllar alacağı peşinen kabul edilirse kaynakların doğru zamanda, doğru amaçlar için kullanılmakta olduğu algısı dezenformasyonu engeller.
“ Dezenformasyon sistematiği nasıl çalışır?”
6 Ocak 2021 dünya demokrasi tarihinde dezenformasyona dayalı bir kongre işgal hareketi olarak kayıtlara geçti. ABD Başkanlarından Donald Trump Kasım 2019’da yapılan seçimlerdeki yenilgiyi kabul etmedi. Bunun yerine “kazandığımız seçimi çaldılar” iddiası ile tarihe geçecek bir dezenformasyıon kampanyası başlattı. İleri sürdüğü iddiaların hiçbir hukuki dayanağı yoktu. Ortada belge de yoktu. Güvendiği çok pahalı avukatlar ordusunun seçim kurullarına yaptıkları başvurular belgeye dayalı olmadığı için tek tek reddediliyordu. Hatta Georgia eyaletinde kendi partisinin temsilcisi olan seçim kurulu başkanı ile yaptığı “utanç verici” telefon konuşmasının kamuoyuna yansıması karşısında bile pişkinliğini bozmuyordu. Seçim kurulu başkanı demokrasi, adalet ve hakkaniyet adına Trump’ın ileri sürdüğü iddiaların hiçbirinin gerçek olmadığını belgeler ile ABD Başkanının yüzüne söylüyordu bu telefon konuşmasında.
İstanbul Yerel Seçimleri de Dezenformasyon Duvarına Tosladı
Benzer bir deneyimi Türkiye 31 Mart 2019 mahalli idareler seçimlerinde İstanbul sonuçlarında yaşadı. Adaylardan Ekrem İmamoğlu rakibi Binali Yıldırım’ın 13 bin oyla farklı önde tamamladığı seçime her köşe başından yapılan itirazları ilçe seçim kurulları hukuki dayanak ve belgeden yoksun olması nedeniyle reddetmesi sonrasında top Yüksek Seçim Kurulu’nun kucağında kaldı. Hatta sonucu kabul etmeyen ama ortaya belge koyamayan bir üst düzey siyasi yetkilinin “Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey oldu” ifadesi bir başka dezenformasyon belgesi olarak tarihe geçti. Kaotik bir ortamda tartışmaları değerlendiren Yüksek Seçim Kurulu somut bir belgeye dayalı olmaksızın seçimlerin yenilenmesine karar verdi. Bunun sonucu olarak da aradaki 13 bin fark 558 bin farka çıktı ve nihai yenilgi seçmenin kararı ile noktalandı. Ama seçim gecesi kamuoyu oluşturmak amacıyla seçimi kaybeden Binali Yıldırım’ın “seçimi kazanmış” gibi tasarımlanmış mesajlarla İstanbul reklam panolarına çıktığı reklamlar dezenformasyonun uygulama alanındaki örneklerden biri olarak tanımlandı.
Her iki örnek olayı incelediğimizde dezenformasyon sistematiğinin kurgusunun nasıl işlediğine dair bazı ipuçlarının izinden gidebiliriz.
- Önce bir “iddia” ortaya koymak gerekiyor. Trump “galibiyetimizi çaldılar” dedi. İstanbul’da ise “Hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey oldu” iddiasının etrafında polemik üretildi.
- Dezenformasyonun ince işçiliklerinin işlenmesi ve satır aralarının doldurulması için bir ekip çalışmasına ihtiyaç olduğu görüldü.
- Gerçek olmasa bile kamuoyunu oyalayacak, kuşku uyandırtacak bir takım belgelerin üretilmesi bir sonraki aşama.
- Dezenformasyon iddiasını kamuoyunun farklı kesimlerine taşıyacak “çoklu ses” evreye sokuldu. Yani, avukatlar, saygın akademisyenler, parti sözcüleri, tanınmış kişiler.
- Yumuşak karın konularının demogojiye nasıl taşınabileceği konusunda bir ortak akıl işletildi.
- Ve sıra troller kanalıyla sosyal medyanın ele geçirilmesi noktasında işbirliklerinin devreye sokulmasına gelir.
- Merkezdeki ekip sürekli bir “hasar kontrolü” gözlemi yapar ve “yeni” iddialar üretilmesi için ekip üyelerini teşvik eder.
- Noter kıvamında kamuoyunu “ikna edici, inandırıcı” sözde “bağımsız” yeni “kaynaklar icat” edilir, ”sahte araştırma sonuçları” el altından medyaya servis yapılır.
- PR ve pazarlama uzmanlarının iletişim yetkinliklerinden destek alınır.
“Dezenformasyona karşı iletişimcilerin sorumluluğu”
Beylik bir deyimdir; “algılar gerçektir!” Ama iletişim danışmanlığında ben bunun yetersiz olduğunu düşünenlerdenim. Mesleki sorumluluklarımız “söz konusu gerçeklerin gerçekten gerçek olup olmadığını” sorgulamayı gerektirir. Bunun için iletişim danışmanlarının her zaman bilimsel veri, hukuki dayanakları olan kararlar ve belgeler ile iletişimi yönetmek zorunluluğu vardır. Bazen gerçeği bu derinlikte yaptığımız arayış hizmet verdiğimiz müşterinin beklentileri ile uyuşmayabilir. Onların aleyhinde sonuçlar doğurabilecek yerlere gidebilir. Ama mesleğin omurgasının bu anlayışla çatılması mesleğe olan güvenilirliğin çıtasını yükseltecektir.
Donald Trump’tan örnek verecek olursak üç üst düzey önemli danışmanı idari kurumlara ve kamuoyuna “yalan” söylemekten hapis cezası aldılar. Her üçünün de kartvizitinde “halkla İlişkiler Danışmanı” yazıyordu. Ama onların varlık nedeni ”dezenformasyonu” yönetmekti!
Koronavirüs döneminde tüm dünyada yine bir dezenformasyon salgını yaşandı. Özellikle aşı karşıtlarının tetiklediği sistematik saldırı nedeniyle aşı olmayan binlerce insan hayatını kaybetti. Bu bilginin kuyruğunda korona virüsünün Çin’deki bir araştırma laboratuvarından yayılıp yayılmadığı bilgisi durmakta.
Devam emekte olan Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ortamında dezenformasyon tarihi zirvesinde. Batılı kaynaklarla yetinen dünya kamuoyu gerçekte bölgede ne olup bittiğinden habersiz!
Sonuçta; dezenformasyon gerçeği ile daha sık yaşayacağımız bir dünyanın içindeyiz. Enformasyon teknolojilerinin yapay zekaya sırtını dayadığı bir ortamda “kime, neden güveneceğiz sorusu” yaşamın bütün bildik kurallarını alt üst ediyor. Bu yüzden “teyit” gibi bağımsız doğrulama kaynaklarının önemi artacak!
(*) İstanbul aydın Üniversitesi PRATÖLYE dergisinin 6. sayısı için yazılmıştır.
Ne düşünüyorsun?