Meslek örgütleri her meslek için bir “pusuladır”. Üyelerinin çalışmalarını icra ederken yasalara, kurallara uygun olmanın ötesinde o mesleğin hem meslek mensuplarına hem de topluma karşı taşıdığı başka sorumlulukların da olduğunu hatırlatan bir göstergedir.
Üyelerinin mesleki gelişimi için resmi kurumlarla olduğu kadar başta sivil toplum kuruluşları ve akademik kurumlarla yoğun bir iş birliği içindedirler. Ama bunların çok daha ötesinde temsil ettikleri mesleğin itibar karnesi onların performansında saklıdır. Bir diğer anlatımla, meslek örgütünün itibarı o mesleğin mensuplarının da itibar notunun başlangıç noktası olarak değerlendirilebilir.
İkinci Dünya Savaşı Sonrasında halkla ilişkiler mesleği ile ilgili iki önemli gelişme yaşandı. 1948 yılında İngiltere’de (CIPR) bir yıl sonra da Amerika Birleşik Devletleri’nde ilk meslek örgütlerinin kuruluşuna tanık olundu. (PRSA)
Böylece, 1900’lü yılların başında Ivy L. Lee ile başlayan profesyonel halkla ilişkiler meslek yolculuğu, daha sonra Walter Lipmann ve Edward Bernays’ın şekillendirdiği propaganda içine düştüğü “kimlik bunalımından” çıkmanın çarelerini meslek örgütleri çatısı altında aramaya başlıyordu!
Hem İngiltere’de hem de ABD’de kurulmuş çiçeği burnunda halkla ilişkiler meslek örgütlerinin gündemlerine aldıkları ilk konunun “mesleğin etik standartları” olması kimseyi şaşırtmasın. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan yoğun propaganda ortamı zaten hayatın içinde “etik” diye bir kavramın olduğuna çok uzaktı. İngiltere’deki Halkla İlişkiler Derneği’nin (CIPR) kurucularına baktığımızda bunların Savunma Bakanlığı karşı casusluk dairesi mensupları olması kafaları biraz karıştırdıysa da kim oldukları zamanla unutuldu!
1955’de kurulan Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği (IPRA) ve 1959’da sahneye çıkan Avrupa Halkla İlişkiler Dernekleri Konfederasyonu (CERP) uluslararası düzeyde mesleğin sırtını dayayabileceği diğer meslek örgütleri olarak tarihe geçtiler. Son olarak 1995’da kurulan Uluslararası Halkla İlişkiler Danışmanlıkları Birliği (ICCO) ile meslek hem akademik hem bireysel hem kurumsal alanda mesleki örgütlenmenin tasarımını tamamlamış oldu. Tabii yerelde yüzlerce, hatta binlerce irili ufaklı mesleki örgütlenmeler de var ancak büyük resimde yukarıda adını saydıklarımız mesleğin lokomotifi oldular desek yeridir.
Neredeyse 70 yıllık bir geçmişi olan halkla ilişkiler meslek kuruluşları her şeyi yaptılar ama iki temel alanı çözmeyi başaramadılar; bunların ilki, “kimlerin halkla ilişkilerci” olabileceği konusu diğeri ise meslek standartları!
Benim değerlendirmelerime göre halkla ilişkiler mesleğinin tarihsel anlamda kimlik bunalımından çıkışı ile ilgili en anlamlı buluşması 1997 Helsinki toplantılarında yaşandı. Aynı zamanlama dilimi içinde kendi iç toplantıları için bir araya gelmiş, IPRA, CERP ve ICCO ortak bir deklarasyona imza attılar. Helsinki Deklarasyonu farklı alanları temsil eden üç meslek örgütünün altına imza koydukları bir belge idi. Halkla ilişkilerin etik anlayışı ve meslek standarlarınınçerçevesi herkes için yeni bir umut oldu. Aynı yıl bir diğer önemli gelişme IPRA eski başkanlarından Göran SJÖBERG’in diğer uzmanlarla birlikte üzerinde çalıştıkları halkla ilişkilerde kalite ve ölçümleme çalışmasının yayımlanması idi. Böylece 1965 IPRA Code of Athens olarak literatürde yer alan belge de ete kemiğe bürünmüş oluyordu.
Ancak bunların hiçbiri günümüzde ciddi bir itibar erozyonu içinde olan halkla ilişkiler mesleğini kurtarmaya yetmedi! Çünkü temel sorun “kimlerin” halkla ilişkilerci olabileceğinde kitleniyordu.
Berberlerin, terzilerin, marangozların, tesisatçıların bile tanımlanmış ve toplum tarafından kabul görmüş kuralları varken halkla ilişkilerle ilgili bu alan son derece muğlaktı.
103 yaşında vefat eden mesleğin kurucusu olarak tanımadığımız Edward Bernays bile 1990’lı yıllarda bu erozyondan en fazla şikayet edenler arasındaydı. New York Times’da yayımlanan bir söyleşisinde şöyle demişti:
“Bugün halkla ilişkiler korkunç. Herhangi bir aptal, herhangi bir aptal, herhangi bir aptal kendisine halkla ilişkiler uygulayıcısı diyebilir.”
“Hala müşterilere danıştığını ve halkla ilişkileri yüce bir şekilde ‘sosyal bilim’ olarak gördüğünü söyledi”.. 100. doğum gününe yaklaştığında, Massachusetts’te ve diğer eyaletlerde halkla ilişkiler uygulayıcılarının lisanslanmasını gerektirecek yasaların kabul edilmesi için başarısız bir kampanya yürüttü.”
Kamuoyu oluşturmanın omurgası tanımlayacağımız halkla ilişkiler mesleğinin tarihsel izdüşümüne baktığımızda, eski Roma’dan Mezopotamya kültürüne, eski Yunan toplumsal yaşam tasarımına içinde anlamlı, değerli ve iletişimin çok yönlü çalışmalarında tanık olabiliyoruz. Aynı çalışmaları 20.yy içindeki uygulamalar için söyleyemiyoruz! Birçok alanda olduğu gibi sanayi devrimi mesleğin kimliğini olması gereken yerlerden, içinden çıkmakta zorlandığımız yerlere taşıdı. Meslek örgütleri bunların onarılması, tadilat-tamirat gibi uğraşlar içinde buldular kendilerini!
Günümüzde, enformasyon teknolojilerindeki sert rüzgârlar bu dağılmayı daha da sıkıntılı alanlara taşıdı. Hele şimdi yapay zekânın gündemi yönettiği bir ortamda meslekle ilgili dağınıklık tam kaotik görüntüyle buluştu.
Temel sorular hala değişmedi: kimler halkla ilişkilerci olabilir ve mesleğin standartları! Aslında meslek kuruluşları bin yıl kadar önce bu topraklarda yeşermiş ve 650 yıl boyunda sosyal ve ekonomik hayatın direksiyonunda oturmuş “Ahilik Kültürü” üzerinde çalışılsa belki bir çıkış yolu bulabilecekler.
(*) Yazı İstanbul Aydın Üniversitesi PR ATÖLYE dergisi Ocak 2024 sayısı için kaleme alınmıştır. Buradan okuyabilirsiniz.Salim Kadıbeşegil
[2] https://archive.nytimes.com/www.nytimes.com/books/98/08/16/specials/bernays-obit.html?_r=2
Ne düşünüyorsun?