1984 yılının benim açımdan bir özelliği var…
“Bilgi Toplumunun” başlangıcı olarak görüyorum.
Yani, devletler, markalar ve şirketlerden sonra “bireylerin” küreselleşmesinin önünü açan bir yıl olarak tanımlıyorum 1984’ü…
Çünkü 6 Ocak 1984 tarihinde Macintosh masaüstü bigisayarın tanıtımı yapıldı. Yani, o güne kadar, sadece bilgisayar eğitimi almış sınırlı sayıda kişinin el sürebildiği, günümüzde bir dizüstü bilgisayarın sahip olduğu teknik özellikleri yerine getirebilmek için bir kapalı spor salonu büyüklüğünde mekanlara gereksinim duyulduğu yılları yaşarken, karşımıza Macintosh çıkıverdi.
Herkesin masasında bir bilgisayar olacaktı…
Herkes bu bilgisayardan dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir bilgiye saniyeler içinde ulaşabilecekti…
Zaman kısıtlaması olmaksızın…
Özel bir eğitim almaya gerek olmadan…
Masa üstü bilgisayarlarının simgesi Macintosh’un tanıtımı için gösterilen reklam filminin adı 1984’dü…http://www.youtube.com/watch?v=OYecfV3ubP8
Amerika Birleşik Devletlerinin en pahalı reklam kuşağı olan ve milyonlarca Amerikalının ekrana kitlendiği “süper bowl’un” devre arasında gösterildi…
60 saniyelik bir film…
Bir kere gösterilebildi…
Çünkü üretici Apple’in parası ancak bir gösterime yetiyordu…
Reklam filmi, İngiliz romancı George Orwell’in 1940’larda yazdığı 1984 isimli romanından esinlenilmisti…
Hani gelecegin dünyasında “big brother”in yasamın tüm alanlarını kontrol ettigi, insan iradesinin değil, totaliter baskıcı ve yasamın gerçeklerini kendine göre uyarlandigi, insanların robot haline dönüştürüldüğü “okyanusya”nın Macintosh’la yıkılışını anlatıyordu film.
Kitapların, evlerde tuğlalar arkasındaki özel bölmelerde saklandığı, “düşünce polislerinin” tüm düşünceleri “big brother” ın beklentilerine uyarlamakla görev yaptığı…
Aşkın bile yasak olduğu…
Düşünce yasaklı bir toplum yapısı…
Film, Macintosh’un toplum hayatının bir parçası olması ile “Neden 1984’ün artık 1984 olamayacağı” sloganı ile bitiyordu.
Bir anda…
7 den 70 e herkes… Bilgisayar sahibi olmaya başladı. Kartlar bir anda açıldı …
Kapalı kapıların arkasinaki gizemli İlişkiler birer birer ortaya çıkmaya başladı…
Bir zamanların düşünce polisleri işsiz kaldılar…
Gladyolar, Berlin ve Wall Street duvarları yıkıldı ….
Kirli çamaşırlar birer birer çamaşır sepetlerine değil çöpe atılmaya başlandı…
Masasındaki bilgisayarın başındaki insanın gücü, kapalı kapılar arkasında iş çevirmekte olanlara galip gelmişti.
İnsanoğlu, 20. Yüzyılda kaybettiği, halının altına süpürdüğü değerlerin arayışına girmişti.
Ve…
Tüm bunların hepsi 10-15 yıl içinde oldu…
Ne oldu da 1984 Macintosh filmini anımsadım acaba?
tuğba
Mart 27, 2011Salim Hocam,
Orwell’in Hayvan Çiftliği ve 1984’ünü -utanarak söylüyorum ki- yeni okuduğum ve hayran kaldığım bu hafta böyle bir yazı yazmanız muhteşem bir tesadüf olmuş. Ama bunu tesadüften daha öte bir gerekçeyle de açıklayabiliriz tabii. Eğer bu kitapları daha önce okumuş olsaydım, dünyada ve ülkemizde yaşanan gelişmeler bana da Orwell’i anımsatacaktı. Her iki kitabı okurken de dehşet ve umut bir arada canlanıyor insanın içinde. Soğuk savaş sırasında Amerika’nın komünizmin tü-kaka olduğunu gençlere göstermek için dağıttı bu kitaplar, Macintosh’un da vaad ettiği ‘hiper özgürlük’ ün kapitalizmin hırçın kollarında olduğunu doğrulamıyor kesinlikle. Hatta öyle ki, Orwell’in düşünce polislerinin yerini belki de Macintosh’lar, Google Chrome’lar aldı. İnternetin, bilişimin ‘sonsuz özgürlükler alanı’ olarak bir sığınma evi işlevi gördüğnü sanırken, aslında korkusuzca iki kelime yazabilmenin ne kadar önemli ve zor olduğunun ispatlarını da her gün görüyoruz. Bu durum, Orwell’in de dediği gibi, güçlenen orta sınıfın kendi iktidarını yaratmasıyla; yani değişenin sadece isimler olduğu gerçeğiyle açıklanabilir. Evet, Orwell kadar pesimistik olmaya gerek yok belki; ama olayları geçmişi göz ardı edip yalnızca ‘şimdi’yle açıklamak da bizi aynı çözümsüzlüğe götürecektir. ‘İnsan’ kelimesinin bir kökü de ‘nisyan’dır; yani unutan. Orwell’in hem Hayvan Çiftliği’nde hem de 1984’te ısrarla üstünde durduğu bu ‘unutkanlık/hafıza’ olayı bence de çok önemli. Hatta belki de tek çözüm burada, belleğimizde. Bir Halkla İlişkiler uzmanı adayı olarak belki söylememem gerekn bir şeyi daha söylemek istiyorum: Şimdinin dünya devi Apple’ın, tipik bir ‘Amerikalı’ söylemle, Orwell’in çok başka bir şey anlatmak istediğine inandığım 1984’ünü kullanmış olması bende hiç de sempati uyandırmıyor. Ama iyi bir ‘hatırlatıcı’ olduğunu düşünüp, sizin de bu yazınızla belki bunu affedebilirim:)
Elinize sağlık hocam.
Her ne kadar yorum yazmasam da yazılarınızı takip ediyorum.
Sevgiler.
Yavuz Can Yazıcı
Nisan 3, 2011Tam zamanında tespit ve yorumda bulunmuş, örneklerin cuk oturmuş ancak mevcut durumu mükemmel şekilde değerlendirmekten çok, maharet olası gelişmeleri olaylar, olgular ve krılma noktalarını öngörebilmekte, diye düşünüyorum.
Nitekim 1984 ile Orwell gibi Aldous Huxley de Cesur Yeni Dünya adlı kitabı ile ömürleri yetmese de bir grup elitistin ulusal sınırları aşan “küresel refah tiranlığı”na, bugün yaşamakta olduğumuza inandığım büyük tehlikeye dikkat çekebilmiştir…
Tezler genellikle geleceğimize yön verenlerin finanse ettiği “think thank’larından çıkıyor. Obama Beyaz Saray’daki masasına oturduğunda ne yapacağına dair tüm planları hazır buluyor, O’na kalan sadece öncelik sırasına göre uygulamak…
Oysa tezler, kolektif aklı temsil eden bağımsız siviller tarafından da hazırlanabilmeli ki, bu uzgörü insanlığın bir grup elitiste galebe çaldığı bir dünyanın nasıl tasarlayabileceği üzerine olabilmeli.
Para, iktidar ve pazar üçlüsünü yönetenlerin az, gücü çok ama kirli ve eli kanlı olduğunu biliyoruz… Bilgi bile iktidarlarını sürdürecek şekilde, çoğunluğu kontrol altında tutacak şekilde klasifiye edilerek işleniyor. Şu an bile bu yazıyı hazırlayan ben, sisteme dahil edilmiş vaziyette onlar için bir işlenmiş veri konumundayım. Windows, google, facebook’ta adresin, kredi kartın, sigorta poliçen, mobil telefonun hayat tarzın ve düşüncelerinle kim olduğun, nasıl bir vatandaş olduğun konusunda bir tescil aygıtı.
Bu işlenmiş bir veri şeklindeki halimle henüz potansiyel bir tehlike değilim ancak geleceğe dair kolektif bir çalışmayı başlatanlardan biri olur da, anti tez hazırlayabilirsem, bunu da yine kolektif bir finansman modeliyle, stratejisiyle, uygulama planıyla, çarpan etkisiyle çoğatır ve çoğalırsak, yüzde birlik bir ilerleme kaydettiğimizde bile tüm silahları ile yok edicilerini kullanmaktan bir an bile tereddüt etmeyeceklerini bilmemiz de Orwell ve Huxley gibi bir ütopya olarak mı algılanır?
Dünyanın mevcut parasal şirketokrasi düzeni ya da küresel refah tiranlığına karşı bir anti-tez geliştirebilmek için tek şansımız Friedman’ın Dünya Düzdür kitabında belirttiği gibi gölge ya da çukur alanlarda mı kalabilmekle mi olacak acaba?
Ne dersin?