Önümüzdeki bir kaç hafta içinde beş etkinlikte çeşitli konuşmalar yapacağım. Bunların kimileri panel, kimileri konferans kimileri ise konuk konuşmacı ortamında olacak. Biri uluslararası toplantı diğerleri ulusal toplantılar. Hepsinin ortak özelliği ise ev sahiplerinin sivil toplum kuruluşları olması…
Bugünlerde bu konuşmalarımla ilgili içerik hazırlığı içindeyim.
Ama hangi konu başlığı olursa olsun yolum “küresel bireylere” çıkıyor! Küresel bireylerle ilgili bir sunum blogumda yer alıyor. Sanıyorum önümüzdeki haftalardaki sunumlarımda da farklı örnek ve içeriklerle bu “küresel bireyler” meselesini gündemimde tutacağım.
“Küreselleşme” bizi 1980’lerden bu yana en çok meşgul eden konuların başında geliyor.
Ama hep markaların ve şirketlerin küreselleşmesi üzerine bir gündem oluşturduk. Bireylerin küreselleştiği gerçeğini “değişimin” içinde göremedik…
Oysaki bireyler küreselleşti!
Hayatımıza Macintosh’un girdiği 1984’den bu yana bu olgu büyük hız kazandı…
Avuçlarımızın içindeki teknolojiden dünyanın dört bir tarafına bilgi için zahmetsizce ulaşabilir olduk.
Bize anlatılan “gerçeklerin”, “GERÇEK” olmadığını öğrendik.
Ulaştığımız bilginin varlığı ile yetinmedik. Bu bilgiyi işledik. Yeni bilgi haline dönüştürdük. Yine teknolojinin sunduğu olanaklar ile çeşitli platformlarda paylaştık…
İlgi alanlarımıza göre cemaatler yarattık. Kimisi kadına yönelik şiddete, kimisi çocukların suistimal edilmesine, kimisi savaşlara, genetiği değiştirilmiş organizmaları üretenlere, kuzey kutbunu köstebek yuvasına çevirip petrol arayan şirketlere karşı dünyanın dört bir tarafında hiç tanımadığımız insanlarla birlik olduk. Eylem yaptık. Protesto ettik. Şirketlere boykotlar ilan ettik.
Sivil toplum kuruluşlarının çatısı altında “daha yaşanabilir bir dünya olabileceği” gerçeğinin peşine düştük.
İnsanoğlu bu yüzyıla farklı beklentilerle girdi.
Bir yanda şablonlarını terk ediyor. Eğitim, iş hayatı, yaşam kalitesi, para gibi konular bu şablonların başında geliyor.
Diğer yanda özellikle son 130 yılda başta ahlaki değerler olmak üzere yıkılan, halının altına süpürülen, paradan para kazanmakla ilgili oluşturulan iş yönetim anlayışının neden olduğu tahribatı onarmanın gündemini yaratıyor.
Bunu hükümetler değil “küreselleşmiş bireyler” yapıyor. Hükümetlerde bu değişime uyum sağlamaya çalışıyor!
Sokaktaki herhangi bir bireyin “sosyal güç” olduğu döneme girdi dünya.
1789 Fransız ihtilali ile devinim başladı…
Soğuk savaş yıllarında 1956 Macaristan’ın, 1968’de Çekoslovakya’daki özgürlük ve bagımsızlık başkaldırılarının Sovyetlerce bastırıldığı dönemle devam etti.
1980’lerde Polonya’da Lech Walesa sadece ülkesinin değil 20. yüzyıla damgasını vurmuş bir gidişatın değişimini başlattı.
1989’da Berlin’de yıkılan duvarla sadece iki Almanya’nın değil dünya halkları birleşti!
1998 Seattle bir başka milad oldu. Küresel bireyler kostümlü olarak sahne aldılar ve Dünya Ticaret Örgütü’nün gelişmemiş ülkelere karşı çift standartlı uygulamalarını protesto etmeye başladılar. Öyleki dünya liderleri ilerleyen yıllarda protestolardan çekindikleri için toplantı yapacak yer bulamaz oldular!
2008’de kapitalizmin mabedi Wall Street işgal edildi.
Ve 2013 Gezi…
Özü insan hakları kokan, adalet arayan, gezegene ve doğaya olan borcumuzu anımsatan ve dünyanın neresinde; hangi dinden, dilden, ırktan, cinsiyetten ve yaştan olursa olsun huzuru, saygıyı ve barışı arayan bir çoğunluk var şimdi. Ne tür bir işte, nasıl bir pozisyonda çalışıyorlarsa çalışsınlar bunlar “küresel bireyleri” oluşturuyor.
Ne düşünüyorsun?