Peter Drucker ve Howard Bowen…
Günümüzdeki anlamının karşılığı olan kurumsal sosyal sorumluluk kavramı 1940’lı ve 1950’li yıllarda gündeme getiren iki önemli isim…
Savaş sonrası yeşil dolarlara karşı iştahı kabaran kapitalizmin kurtlar sofrasına, “etik ve ahlaki” değerleri ıskalamamaları uyarısı yaptılar!
Kurumsal Sosyal Sorumlulukla ilgili meseleyi öncelikle 1940’li yıllarda Peter Drucker ele aldı.
Drucker, iş dünyasına sadece “paraya yani kâra” odaklı olmayın dedi.
İleride kendisi ile ilgili tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini örnekleri ile makalelerinde anlattı. 1970’lerde yazdığı kitaplarda da sosyal sorumluluk meselesine kapsamlı vurgu yapan Drucker’a kimse kulak asmadı.
O yıllarda sahnede Nobel ödüllü (!) iktisatçı Milton Friedman vardı.
“İş dünyasının sosyal sorumluluğu kâr etmektir diyen” diyordu.
İş dünyası Drucker’ı değil Friedman’ı dinledi.
Sonuçlar ortada… İnsanlık yüzyılı aşan bir sürede sorumsuzlukların bedelini “kurumsal sosyal sorumluluk” makyajı ile silmeye çalışıyor!
Tarım alanlarına, içilebilir su kaynaklarına, göllere, denizlere, akarsulara, bitki çeşitliliğine, çocuklara, kadınlara, engellilere karşı o kadar hoyrat, duyarsız ve savsaklamacı bir yaklaşım içinde geçen bir yüzyılı geride bıraktık. Şimdi, başta iklim değişikliği, kontrol altına alınamayan dengesiz nüfus artışı, yoksulluk ve açlığın neden olduğu temel sorunlar, salgın hastalıklar, kitlesel göçler ve bunlara neden olan sıcak savaşlar içinde yaşıyoruz.Bırakın sosyal sorumluluk projeleri ile bu sorunlara karşı mücadele etmeyibüyük kaynakjlar ayrılan projeler pansuman bile olamıyor bu insan elinden çıkma sorunlara.
Yine de yapabileceğimiz bir şeyler var tabii..
Kurumsal sosyal sorumluluk projelerine kaynak ayıran şirketlerin öncelikle yapması gereken kendi iç hesaplaşmalarıdır. Kendi faaliyetlerini dikkate aldıklarında bu sorunlara ne oranda “olumsuz” katkılarının olduğu ile ilgili bütünsel bir hesaplaşmadır. Samimiyetle, hammadde tedarikinden tüketiciye kadar uzanan değer zincirinin tüm halkalarında doğa-insan-gelecek hesaplaşmasını yapmaları gerekmekte.Bu hesaplaşmadan bağımsız yapacakları KSS projeleri inandırıcı olamayacaktır. Bu hesaplaşmayı tüm çalışanları ile paylaşabilecek örnek şirketlere ihtiyacımız var.
İkinci konu ise, sorumluluğun önce “bireysel” daha sonra “kurumsal” olduğu noktasıdır. Yani bir şirkette çalışanların tamamı bireysel olarak yaşamın tüm alanlarına karşı günlük yaşamında bir sorumluluk hissetmiyorsa o şirket kurumsal kaynakları ile sorumluluk projeleri yapılması yine pek inandırıcı olamıyor.
Üçüncü husus, şirketin genel müdürünün/CEO’sunun bir “rol model” olabilme performansı ile ilgilidir. Gerçekten (Richard Branson, Ray Anderson gibi)liderlikleri sorumluluk konusunda rol model olan şirketler fark yaratabiliyorlar, örnek olabiliyorlar.
Eğer bu hususlarda gerekli çalışmalar yapılmışsa şirketlerin KSS alanında etkili olabilecek çalışmaların içine girebileceklerini söyleyebilirim. Bu aşamada dikkat çekmek istediğim birkaç husus var. Bunlardan ilki “çalışanların gönüllülük” faaliyetlerinin kurumsal olarak desteklenmesi; kaynakların yoğunlaştırılacağı alanlarla ilgili sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerle işbirliği yapmaları, projelendirmeleri tanımlanan performansı kolay ölçümlenebilecek küçük adımlarla yapmaları ancak zamanlama olarak uzun vadeye yaymaları.
Kendimizi sosyal medya gerçeği ile donattığımız günümüz dünyasında şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk ile ilgili performansları 7*24 toplum tarafından gözlemleniyor. Bu alan şirketler için bir “itibar riski” olarak tanımlanıyorsa da, tutarlı politikalar ile bu konuyu yöneten şirketler tüm paydaşları nezdinde paha biçilemeyen “itibar ligine” girmiş oluyorlar.
Tabii ki, kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarını toplumun sorunlu konuların üzerine battaniye çekmek amaçlı kullanmak isteyen zihniyetler var. Bunlarla ilgili bir yorum yapmak gereksiz, Çünkü özellikle enformasyon teknolojilerinin bu denli yaygınlaştığı dünyada bu niyetle KSS çalışmaları yapmakta olan şirketler itibarlarını kolay kolay toparlayamayacak risklere sokmaktadırlar.
Kurumsal sosyal sorumluluk, “iyi bir şirket” olma duygusunun yeşermesinin yanı sıra;
o şirket çalışanlarının bağlılıklarını ve hatta “mutluluklarını” tetikleyen,
tüketicilerin ürün ve hizmet tercihlerinde rol oynayan,
yatırımcıların uzun vade de “güvenilir ve itibarlı bir şirket”
tanımlamalarını yapmalarını sağlayan somut, ölçümlenebilir iş sonuçları ile doğrudan ilişkili…
Ne düşünüyorsun?