TEİD, Türkiye Etik ve İtibar Derneği’nin üç ayda bir yayımlanan IN dergisinin İlkbahar 2017 sayısında yer alan yazımı paylaşıyorum. PDF olarak okumak isterseniz23-27
Yeni bin yılın başındayız. İnsanlık tarihinde yeni bir dünyanın kurulumuna tanıklık ediyoruz.
Nereye gidiyoruz?
Nasıl bir yaşam bekliyor bizleri ve çocuklarımızı?
Uzay-zaman-insan ilişkisini kurgu bilim-film ve romanlarından çıkartıp yaşamın ta kendisi gibi algılamamızı sağlayan 1970’lerin “Star Trek” filmlerinin gerçekliğinde bir yörüngeye oturduk galiba!
Sürücüsüz arabalar trafikte. Mars’ta yaşamın başlayacağı kesinleşti gibi… Emlakçılarda bile Mars merkezli bir hareketlilik var!
Dijital dünyanın pusulası Serdar Kuzuloğlu’nun “Dünya Halleri” blogundaki bazı başlıklara göz atarsak nasıl bir yaşamın içinden geçmekte olduğumuz ile ilgili biraz fikrimiz olabilir.
İşte son haftaların bültenlerinden seçmeler;
- Brezilya’da müfredat cep telefonuna yükleniyor.
- İsveç‘teki girişim merkezi Epicenter’da çalışanlar hayatlarını kolaylaştırmak ve kart taşıma derdinden kurtulmak için vücutlarına çip yerleştiriyor.
- Bilimciler, ıspanağı çalışan bir insan kalp kası üretmek için kullanmanın bir yolunu buldu. Bu çözüm zarar görmüş organların tedavisinde kullanılabilir.
- Amazon kendi para sistemine geçti.
- Domino’s Almanya’da robotla pizza dağıtacak.
- Dünyanın ilk bot avukatı olarak adlandırılan ve insanları park cezasından kurtaran DoNotPay şimdi de Facebook üzerinden mültecilere yardım edecek.
- Küresel Tohum Kasası’na 50 bin tohum daha eklendi.
- SpaceX uzaya iki turist götürecek.
- Youtube günde 1 milyar saat izleniyor.
- Wikileaks’e göre CIA, akıllı cihazların işletim sisteminin açıklarından faydalanarak ya da bu cihazlara kötü amaçlı yazılım bulaştırarak veri topluyor.
- Japonya, bankacılık yasasını değiştiren bir kanun tasarısı ile Bitcoin ve diğer kripto para birimlerini yasal olarak tanıdı
Çalışıp para kazanmak için işe bile gitmemizin gerekli olmadığı bir dönemden geçiyoruz. X-Y-Z derken internet çocukları dünyasında ilk kez çocuklarından öğrenen ana-babalar olduk. Coğrafi sınırlar -şeklen var olsalar bile- anlamını yitireli epey bir zaman oldu! “Dünya vatandaşlılığı” başlıklı bir kavram teorik olmaktan çıktı üniversitelerde bölüm/ders oldu.
İnsanlık tarihi için oldukça kısa sayılacak bin yıllar geride kalırken yaşam adını verdiğimiz kurgunun nerelere sürüklenmekte olduğunu çok değil bir kaç bin yıl öncesine bakarak yakalamak mümkün. Örneğin Anadolu onikibin yıla yakın insanlığın gelişiminde başrolu oynayan bir coğrafya. Göbeklitepe’nin oniki bin yıllık gizemi yavaş yavaş ortadan kalkarken günümüzden çok da uzak olmayan bir kültürün özünün orada var olduğunu görüyoruz. Hatta Göbeklitepe’den Palo Alto’ya uzanan bir yolculuğa çıksak ve bu onikibin yıl sürse özünde pek de yabancılık çekmeyeceğimiz temel kültürel özellikleri bu yolculuğun her tarafında bulmak mümkün.
Dünyada teknolojik yeniliklerin ve gelişimin başkenti olarak konumlanan Amerika Birleşik Devletler’inin Kaliforniya eyaletindeki bir kasaba olan Palo Alto günümüzde yüksek teknoloji olarak tanımlanan alanlardaki bir çok şirkete ev sahipliği yapıyor. Ama itici gücü şüphesiz Stanford üniversitesinin ve nitelikli öğretim alt yapısının yanı başında bulunuyor olması.
Göbeklitepe’nin yanıbaşında Stanford üniversitesi yoktu ama avcı toplayıcılıktan tarım devriminin ayak seslerinin duyulduğu yerleşik topluma geçişi simgeleyen bilginin işlendiği boyları 7 metreyi bulan dikilitaşlar pekalâ bu işlevi görüyor olabilirdi. Bu taşların üzerindeki resim ve çizimler insan ve yaşam arasındaki ilişkinin “bilgi” olarak yansıması şeklinde değerlendiriliyor. Bilgi- bilim – evren üçleminde insanın yaşama tutunması için araçlar değişiyor olsa da kültürel tutuculuğu bu araçların içine siniyor.
Tarım devriminden bugüne belki çok şey değişti ama yaşamın ortak paydasını oluşturan ve insanlığın temel sorgusu olan;
- İyi – Kötü
- Doğru – Yanlış
- Güzel – Çirkin
kavramlarının hangi toplulukta nasıl karşılık bulduğu tartışması Göbeklitepe’den Palo Alto’ya sürmekte olan yolculukta hiç değişmedi.
Veya, onikibin yıldır insanoğlu “kötü, yanlış ve çirkin” olarak nitelemesine rağmen; doğayı yok etti, rüşvet verdi, yolsuzluk yaptı, adaleti yanılttı… Dahası; kötüyü “iyi”, yanlışı “doğru”, çirkini “güzel” göstermeyi üstün bir beceri olarak sergiledi.
Yaşamın sürdürülebilirliği yeni bin yılın başında “kritik eşikte” diyor bilim insanları. Bu veriler bilim kurgu romanları ve filmlerinin senaryoları olmaktan çıktı. Gerçeğin ta kendisi olarak tüm acımasızlığı ile karşımızda duruyor.
İnsanoğlunun son “icadı” kapitalizm can çekişiyor. Çünkü parayı bir “değer” olarak tüm ahlâki ve kültürel “doğrularımızın” önüne koydu. Zenginleşeceğiz zannederken (ne demekse) hesapsız çoğaldık, tükettik, yok ettik, yoksullaştık ve ne kadar yükseklikte olduğunu bilmediğimiz bir duvarın önünde bekleşir bulduk kendimizi.
Yine Kuzuloğlu’nun Dünya Halleri bloguna dönecek olursak 24 şubat 2017 tarihli bültende “Dünyayı yavaş yavaş yok ediyoruz” başlıklı yazıdan kısa bir alıntı:
Leeds Üniversitesi’nin araştırmasına göre 2050 yılına kadar tüm hayvan ve bitki türlerinin yüzde 10’u yok olacak. Gergedanlar, filler ve neredeyse tüm büyük avcı hayvanların nesli tükenecek. Bugünkü yaşam tarzımızın diğer olumsuz etkileri arasında; ormansızlaşma, altyapı projeleri, aşırı balık avlama, ticari tarım ve fosil yakıtların geniş kullanımı bulunuyor. Tüm bu etmenler yok olma hızını bin kat artırıyor. 2050’den itibaren dünyadaki balıkların aşırı avlanması sebebiyle ticari balıkçılığın sona erebileceği düşünülüyor.
Yale Üniversitesinden sosyolog Justin Farrell, kurumsal şirketlerin servetlerini iklim değişikliği konusunda şüphe yaratmak için kullandığını söylüyor. Sürekli büyüme odaklı ekonomik sistemin dünyadaki kaynakları bitirmekten başka bir sonucu olamayacağı belirtiliyor.
Tek sorun çevrenin zarar görmesi de değil. Artan nüfus da içinde bulunduğumuz durumun en büyük etmenlerinden. Bu yüzyılın ortalarında şehirlerde yaşayan nüfusta büyük bir patlama olması, bunun aşırı kalabalığa ve bulaşıcı hastalıkların daha hızlı yayılmasına sebep olacağı belirtiliyor. Yeterli altyapı bulunmadığı için temizlik de ciddi bir problem halini alabilir.
Öte yandan deniz seviyesi beklenenden yüzde 25 daha hızlı bir şekilde yükseliyor. Dünya nüfusunun çoğunun deniz ya da nehir kıyılarında yaşadığı göz önünde bulundurulduğunda bu durum daha tehlikeli hale geliyor. 2050’ye gelindiğinde her gün sel baskınları görmek normal bir hale gelebilir. Su ihtiyacını eriyen karlardan sağlayan bazı bölgelerde de susuzluk ciddi bir sorun haline gelebilir.
Bugün 1,1 milyar insan temiz suya erişim sorunu yaşıyor. Bu rakamın da 2050’ye kadar artması bekleniyor. MIT’ye göre su sıkıntısı çeken bölgelerde yaşayan insan sayısı 9,7 milyarı bulacak. Yetersiz su sebebiyle tarım ürünleri de yetiştirilemeyecek.
Yaşam tarzımızı da ciddi şekilde değiştirmemiz gerekli. Et tüketimini ve genel olarak yiyecek israfını azaltmak önemli. Aşırı tüketimin de önüne geçerek herkesin atıklarını geri dönüştürmesi gerekiyor.
Temiz enerji kaynaklarının kullanımı yaygınlaşmalı, fosil yakıt kullanımına son verilmeli. Dünyayı korumak için ciddi önlemler almak zorundayız yoksa gezegenimizi kaybetmemiz büyük bir sürpriz olmaz.
Göbeklitepe’den Palo Alto’ya uzanan yolculuk aslında “dünyayı yok etmek” üzerine kurgulanmamıştı! Temel mesele insanın doğa karşısında yaşama tutunma sınavı idi.Bir incir yaprağı ile başlayan “örtünme-giyinme” ihtiyacı onikibin yıl sonra günümüze bu yaprağın Armani, LV, Prada veya D&G etiketi ile karşımıza çıkmasını sağladı. Belki artık bir av hayvanı derisinden ayaklara bağlanan çaputun adı bugün ayakkabı oldu ama Göbeklitepe’de bir kadın ayakkabısının üretilmesi için 8 bin litre su tüketileceği hesap edilmemişti!
Tarihte suç işleyen insanları özgürlüklerinden alı koymak için hapishaneler bir çözüm olarak inşa edilmişti ama insanoğlunun kendi kendini adına gökdelen dediği binalarla çevrili kent hapishanelerinde özgürlüklerinden yoksun ve gönüllü olarak yaşamak isteyebileceği öngörülmemişti!
2016’de adına “demokrasi” dediğimiz ve bir arada yaşamanın temel kurallarının kralın iradesinden halkın iradesine geçtiği yönetim sistemi “Magna Carta’nın” 800. yılı idi. Yıldönümü nedeniyle düzelenen İngiltere Parlamentosundaki “Neden Demokrasi?” başlıklı oturumda gerçekten demokrasinin insanlığın hayrına bir sistem olup olmadığı tartışıldı. Çünkü insanlık; naif, saf ve ideallerin değerlerde karşılık bulduğu demokrasi yüzünden “rahat yüzü görmemişti”… Tarih boyunca “Birileri” demokrasiyi hep kendi özel çıkarları için araç olarak kullanmış ve “amaçlar” lafta kalmıştı. Amaçların lafta kalmış olması insanlığı yoksullaştırmış daha da ötesi gezegendeki yaşamı tehdit eden sonuçlara sürüklemişti.
Göbeklitepe’den Palo Alto’ya yolculuk devam ediyor. Yeni bin yılda yeni bir dünya kuruluyor. Bu yeni dünyanın temelleri atılırken insanlığı nasıl bir yaşamın beklediğini pek bilemiyoruz. Bildiğimiz tek bir doğru var; insanlık doğa karşısında hiç bir zaman kazanamadı. Kazandığını zannettiği zaman kendini Göbeklitepe’de buldu!
yasemin
Mayıs 25, 2017kaleminize sağlık, süper bir yazı.