Günümüzde olur olmaz her şeyin başına bir “yeni nesil” – ne demekse- sözcüğü eklenir oldu ya. Ben de bu moda kavramın gerisinde kalmayayım dedim. Yeni nesil okul, yeni nesil kahve, yeni nesil meyhane, yeni nesil kitapçı, yeni nesil spor… Yeni nesil müzayede bile var. O zaman benim de yaşamın kendisine karşı olan sorumlulukları umursamadığımız gerçeğinden hareketle “Yeni Nesil Sosyal Sorumsuzluk” diye bir şey uydurma hakkım var diye düşünüyorum.
Dewayne Johnson… 46 yaşında Amerika Birleşik Devletleri’nde eski bir okul bahçıvanı. Evine ek gelir sağlamak amacıyla evinin yakınındaki bir okulda bahçıvanlık yapıyor. Yıllar boyunca yabani otlar için Ranger Pro türü ilaçlar kullanıyor. 2014’te lenf kanserine yakalandığını söylüyor ve bu hastalığa yabani otları temizlemekte kullandığı bu ürünün neden olduğunu iddia ediyor. Bu nedenle ilacın üreticisi Monsanto aleyhine dava açıyor.
Ağustos 2018’de mahkeme bu başvuruyu karara bağlıyor. İlgili BBC’nin haberinin alt başlığı şöyle; “Tarım ilaçları üreticisi Monsanto, Kaliforniya eyaletinde şirketin yabani otlar için kullanılan ilaçlarındaki glifosat maddesi yüzünden kansere yakalandığını söyleyen bir kişiye 289 milyon dolar tazminat ödemeye mahkum edildi.”
Devamında da, Jürinin, sekiz hafta süren duruşmaların sonunda Monsanto’nun Türkiye’de de satılan Roundup ve Ranger Pro adlı yabani ot ilaçlarının kansere yol açtığını bilmesine rağmen tüketicileri uyarmadığına hükmettiği ifade ediliyor.
Gıda güvenliği alanında tartışmalı bir şirket olan Monsanto geçtiğimiz yıllarda Bayer tarafından 66 Milyar Dolara satın alınmıştı.
Monsanto üründe kullanılan etken madde glifosatın kansere yol açmadığını savundu ve kararı temyiz etmeyi planladığını açıkladı.
Ancak bu, glisofatla ilgili ilk kanser davasıydı. İlaç hakkında ABD’de açılmış 5 binden fazla dava bulunuyor. Bu kararın diğer davalara emsal oluşturacağı belirtiliyor.
Bir diğer tartışmalı ürün; Aspartam. Ne tesadüf ki yine sahnede Monsanto var. 1965 yılında G.D. Searle tarafından keşfedilen aspartam 1985 yılında Monsanto tarafından satın alınır.
Aspartam, sükrozdan (sofra şekeri) 200 kat daha tatlı ve çok daha az kalorili, 90’dan fazla ülkede (Ülkemizde de) ilaç, gıda ve içecek sektöründe çok sık kullanılan bir suni tatlandırıcı.
Aspartam içeren maddelerden ilk akla gelenler diyet kolalar ve diğer diyet ya da şekersiz ibaresi bulunan meşrubatlar ve meyveli içecekler.
Aspartamın, insan sağlığına etkisi hakkında birçok iddia söz konusu. İçlerinde en fazla yankı uyandıran bir İngiliz milletvekilinin ortaya attığı iddiadır. Bu iddiaya göre Aspartam çok zehirlidir ve yasaklanmalıdır. Daha sonrasında bu iddia diğer bilim adamlarının ilgisini çekti. Dr.Mercola’ya göre Aspartam içeriğindeki metanol formik asite dönüştürülemiyor ve bu da insan DNA’sı için zararlı. Ve sonuç olarak kanser, beyin tümörü, duygusal bozukluk (depresyon), diyabet, epilepsi, unutkanlık ve üreme organlarıyla ilgili problemler ortaya çıkmakta.
Bayer’in satın aldığı Monsanto’nun web sayfasına baktığımızda şirketin sosyal sorumluluk anlayışı ile ilgili “alkışlanacak” derecede iddialı söylemleri ve icraatları var. Şirketin CEO’su Hugh Grant’ın sosyal sorumluluk raporunun girişindeki baş yazısı, şirketin ürünleri ve insan sağlığına etkileri ile ilgili bu kadar tartışma olmasa, tüm CEO’lara örnek olacak bir içeriği yansıtıyor! Başta iklim değişikliği, artan nüfus, gıda güvenliği gibi küresel temel sorunların çözümü için şirketin var gücüyle çalışmakta olduğu raporun sayfalarında kapsamlı bir şekilde yer alıyor. Bu arada, ürünlerin kullanımının insan ve çevre sağlığına yönelik olumsuz ve tartışmalı etkilerinin sonuçları doğal olarak raporda yer almıyor. Ama sosyal sorumluluklarını “harfiyen” yerine getirdiği çok net anlaşılıyor!
Bizler DDT kuşağıyız. Yani, ikinci dünya savaşından sonra tarım alanlarında zararlıların yok edilmesi amacıyla geliştirilen öldürücü bir kimyasalın tezgahından geçen ürünleri tüketen nesil oluyoruz. DDT’yi keşfeden ve kullanım yolunu açan Paul Hermann Müller’e 1948 yılında Nobel Ödülü verildi! Ne kadar zararlı olduğunun bilimsel kanıtı 22 yıl sonra anlaşıldı.
Yazar ve ekonomist Güngör Uras’ın tespitlerine yer verelim;
“GDO’ya benzer şekilde bir DDT macerası yaşadık. Çok kişi bu DDT macerasını unuttu. Kısaca hatırlatayım. İsviçreli bilim adamı Paul Hermann Müller, 1939 yılında DDT isimli ilacın zararlı böceklere karşı kullanılmasının yolunu açtı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında hem gıda hem de sağlık sorunları öne çıkmıştı. DDT’nin tarımda kullanılması, üretimi sınırlayan zararlı böceklerle mücadeleyi sağlıyordu. DDT’nin insan yaşamında kullanılması o yılların en büyük belası olan sıtma sineğini yok ediyordu.
Bir zamanlar kraldı
Tarım ürünlerini artırma iddiasıyla doğa zehirlenirken, DDT’nin, tarım ürünleri yoluyla hayvan ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri umursanmadı.
DDT kullanımının yolunu açarak tarımda “Yeşil Devrim”i gerçekleştirdiği için Paul Hermann Müller’e 1948 yılında Nobel Ödülü verildi.
Fakat 22 yıl sonra 1970 yılında Rachel Carson adında birinin mücadelesi sonunda anlaşıldı ki, DDT kullanımı hem toprakları, hem hayvanları, hem insanları zehirliyor. Bu zehir kalıcı oluyor. Dünyanın dengesi bozuluyor.
Ve de başta ABD olmak üzere bütün dünyada DDT kullanımı yasaklandı.
DDT toprakta kalıcı oluyordu. Uzun yıllar topraktaki olumsuz etkisini sürdürüyordu. Topraktan bitki yoluyla hayvan ve insan vücuduna giriyor, vücut dokusundaki yağlarda kolaylıkla çözülerek insan vücudunda olumsuz etkiler yaratıyordu.
Bir kuşak DDT’den olumsuz etkilendi.
Tarımda kullanıldığında zararlı organizmalar yanında yararlı organizmaları da yok ederek çevrenin dengesini alt üst ediyordu.
Bizler de Türkiye’de tarımda bol bol DDT kullandık. Sıtma mücadelesinde DDT’den yararlandık.”
DDT gibi Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ile ilgili büyük bir patırtı var. Kime güveneceğimizi şaşırmış durumdayız. Bilim dünyası karmakarışık. Ya DDT gibi zararları 22 yıl ortaya çıkacak gibiyse? Ama, bir şekli ile GDO üretimine karışmış şirketlerin web sayfalarına ve sosyal sorumluluk raporlarına bakarsak “bir sorun yok”!
Sanıyorum yaşadığımız süreç “Yeni Nesil Sosyal Sorumsuzluk”. Aksi ortaya çıkana kadar yap-sat-kazan! Sonrasına bakarız! Ama “sosyal sorumluluklarını ihmal etme. Sosyal raporlama yapmayı unutma!”
Aklıma 1994 ABD Kongresi soruşturma komisyonu toplantısına davet edilen dünyanın en büyük 7 sigara üreticisinin CEO’larının sağ elleri havada yemin ederkenki fotoğrafı geliyor. “Valla billa sigara sağlığa zararlı değildir” anlamında yemin eden bu CEO’lar o dönemde 8 trilyon dolarlık bir endüstriyi yönetiyorlardı! Ama çok değil aradan geçen yıllar gösterdi ki sigara her türlü kanserin baş aktörü idi! Her yıl kanserden ölen milyonlarca kişi o yemin eden elleri beraberlerinde toprağa götürdü. Bu şirketlerin sosyal sorumluluk sayfalarına baktığınızda, milyonlarca dolarlık harcamaları yaptıkları ve gururla topluma sunduklarını görürüz.
Bir başka boyutu daha var bu “Yeni Nesil Sosyal Sorumsuzluğun”…
2014 yılında GoPro şirketinin sahibi ve CEO’su Nicholas Woodman’ın ne denli hayırsever bir işadamı olduğu gazete manşetlerini ve televizyon ekranlarına yansıdı. 39 yaşındaki girişimci Woodman 3 milyar dolar değerindeki şirketini halka açtı.
Hemen arkasından 500 milyon dolar değerindeki hisselerini “Silicon Valley Community Foundation” isimli vakfa bağışladı. Woodman, bu vakfın çatısı altında Jill and Nicholas Woodman Vakfını kurdu. Bu girişimleri sırasında da “her sabah karımla birlikte kazandıklarımızı topluma geri vermenin gönül rahatlığıyla uyanıyoruz” demişlerdi. Hatta o yıl filantropi Dünyasının önde gelen kuruluşu The Chronicle of Philanthropy Woodman’ı Bill ve Melinda Gates, Michael R. Bloomberg gibi isimlerle yan yana koyarak yılın en anlamlı bağışçısı olarak tanımlamıştı.
Gelgelelim, takip eden yıllarda Woodman’ın Vakfından hiç ses çıkmadı. Bu 500 milyon dolar nereye harcanacaktı, ne yapılacaktı, sosyal temalı hangi projeler için kullanılacaktı? Woodman’dan “tık” yok! Vakfın ne web sayfası var, ne de faaliyetleri ile ilgili herhangi bir bilgi!
Guardian’ın haberine bakarsak Woodman’ın neden “işe yaramaz” bir vakıf kurduğu çok net anlaşılıyor:
“İhtiyaç sahiplerine ne aktarıldığını görebilmek zor olsa da Woodman’ın bu işten nasıl kârlı çıktığı çok net. Woodman’ın GoPro şirketinin 2014’de halka açılması sonrasında şirket yüklü bir vergi ödemesi ile karşı karşıya kaldı. Ancak Woodman 500 milyon dolarlık bir hibe ile vakıf kurarak iki yönden kazançlı çıktı. Birincisi, 500 Milyon dolar değerindeki hisseler üzerindeki milyonlarca dolarlık vergiden muaf kaldı ve aynı zamanda bu bağış sayesinde ilerleyen yıllar içinde kişisel vergilerinden milyonlarca dolar indirime hak kazandı.”
Kusursuz ve eksiksiz yasal bir zeminde hiçbir hesap verebilirliği olmayan bir bağışın “hayırseverlik” madalyasına hak kazanması tabii ki “Yeni Nesil Sosyal Sorumsuzluğun” örnekleri arasına girmeye hak kazanıyor.
Dünyamız çok ciddi sorunların içinde “acil serviste” yatıyor. Başka iklim değişikliği olmak üzere, yoksulluk, açlık, içilebilir su kaynaklarının tükeniyor olması, bunların neden olduğu kitlesel göçler, okyanusların plastikle dolmuş olması, ilaca erişemedikleri için yok olan milyonlarca insanın dramı karşısına yaşamın kendi formatında devam etmesi olası değil. Doğal afetler, sel baskınları, aşırı ısınma her gün farklı yerlerde bu mesajı veriyor. Bizler bu mesajı almamakta direniyoruz. Çılgınca tüketmeye devam ediyoruz. Hala ihtiyaçlarımızın karşılanmasının değil arzularımızın bizi tüketmesinin peşindeyiz. Bu gerçeklerin satır aralarında da “sosyal sorumlulukculuk” oynuyoruz. Üzerinde yaşadığımız gezegenin kendini yenileme gücünü kaybetmiş olduğunu bilerek.
Brandmap dergisinin Eylül 2018 sayısında yayımlanmıştır.BM23-SalimKadıbeşegil
Ne düşünüyorsun?