Patronlar, CEO’lar ve Üst Düzey Yöneticiler için
Kurumsal Dersler
- İtibar Nasıl Gelir, Nasıl Gider?, Nasıl Yönetilir?
- Mutsuz Çalışanlardan İklim Değişikliğine; “Yeni Vizyon!”
- Krizler Kaoslara Dönüşürken;Yaşanmış Örneklerden Çıkartılan Dersler
TEŞEKKÜR | 9 |
ÖNSÖZ | 11 |
Tarihin akışındaki son dönüm noktası | 11 |
GİRİŞ | 13 |
BİRİNCİ BÖLÜM | 17 |
İtibar Yönetiminin Şablonları | 17 |
Dünya Vatandaşlığına Yolculuk | 20 |
Bireylerin Küreselleşmesi | 22 |
İş Modeli Olarak Savaşlar | 24 |
“Hadi Monopol Oynayalım” | 26 |
Akan Sular Nasıl Duruluyor? | 27 |
Etik Meselesi | 31 |
İtibarınızı Yönetmekten Daha Önemli Bir İşiniz Var mı? | 33 |
Yönetilmeyen İtibarı Rakipler Yönetir | 35 |
İtibar Kültür ve Değerler Üzerine İnşa Edilir | 37 |
İtibar Yönetimi İçeride Başlar | 39 |
İtibar Riskleri Sever, İtibar Yönetimi Riskleri Yönetir | 40 |
Yaşamda ya ‘İz’ Bırakırsınız ya da ‘İs’! | 41 |
İKİNCİ BÖLÜM | 44 |
Oyunun Farkındayız ve İçindeyiz! | 44 |
Gelmez Yola Gidiyoruz! | 45 |
Ya Her Şey Etik Olsaydı "Racon" N'olacaktı? | 52 |
Marka Vaatlerinde Etik Olmalı mı? | 58 |
Hâkimler, Hekimler, Hakemler ve CEO’lar… | 64 |
Lekeli Markalar | 70 |
Ahlak Mirası Olur mu? | 77 |
Yapay Zekâ “GO”da İnsanı Yendi; Buyurun Cenaze Namazına! | 81 |
Göbeklitepe’den Palo Alto’ya… Yeni Bir Dünya Kurulurken… | 87 |
Amazon’un Kapısından Girerken Ayakkabıları Çıkartmayı Unutmayın! | 93 |
Pazarlamanın “P”ler Dünyasında Döndük Dolaştık Geldik “3 P’ye”… | 103 |
Marka İtibarı | 110 |
Gezegenin Kırmızı Çizgisi Bizde Hangi Renk? | 116 |
Sürdürülebilirlik Bir Yaşam Tarzı Olmadıkça… | 120 |
Sorumluluklarımızdan Sorumlu Olmak | 124 |
Şirketler Aldıkları Sorumluluklar Kadar İtibarlı Olabilirler | 132 |
Sosyal Sorumluluk: Yaşam Kalitesine Karşı Sorumsuzluklarımızın Bedeli! | 137 |
Yeni Nesil Sosyal Sorumsuzluk | 140 |
Bu Patronlar Şirketleri Babalarının Malı Sanıyorlar! | 146 |
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM | 152 |
Üçüncü Sayfa Haberleri Gibi Kurumsal Dersler | 152 |
Yönetim Kurulu Başkanı'nın Gece Uykusu Kaçınca... | 153 |
Sicili En Kabarık Markalardan Biri: United Havayolları | 156 |
Zara’nın “İtibarına” Düşkünlüğü | 160 |
Her Skandalın İçinde Birden Fazla Ders Vardır | 165 |
Oxfam da İtibarını Kaybederse… | 167 |
Kriz Bu Kapağın Altında | 170 |
Uçuruma Asılı Kalan Uçak | 174 |
Goodyear Nasıl “Bad Year” Oldu? | 180 |
Yerel Değerleri Siyasete Bulaştırmanın Maliyeti | 184 |
KOTON Çocuk Modasını Gündeme Getirirse… | 188 |
Filli Boya’nın Gündem Yaratan TV Reklamları | 192 |
Ürünleri Geri Çağırmanın Bedeli | 195 |
Gözde Markalar Her Zaman Bir Çamurla Karşı Karşıyadır | 197 |
Adı “Continental” ama Haritada Türkiye’yi Unuttu | 200 |
Yaşamın Bütününde “Tek Kimliğimiz” Var | 204 |
Vefat İlanlarında Logo Kullanmak | 206 |
Kariyer Sadece Genel Müdürlüğe Uzanan Yol Değildir | 208 |
CEO’lar O Koltuklarda Hangi Çivilerin Üzerinde Oturuyorlar? | 212 |
Milyon Dolarlık Yönetici Hayatını Kazanmak İçin Çim Biçmeye Başlar | 218 |
Unilever Neden Ben&Jerry’i Satın Aldı? | 222 |
Şaka İdi “Kaka” Oldu! | 226 |
Hangisi; SHUBUO? | 229 |
Kokoreççi ile Kestaneciden Teknoloji Haberleri Aldığımız Yıllar | 232 |
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM | 237 |
Hayırlı İşler! | 237 |
Güneşi Patentleyebilir miyiz? | 238 |
20 Dolar Borç Veren Banka Olur mu? | 242 |
% 1’in Belgeselini Çeken % 1 | 247 |
“Big Issue” Ama Örnek Çözüm | 252 |
Paranın Çalışanlara Dağıtılması da Nereden Çıktı? | 256 |
Sosyal Girişimciliğin Sosyal Girişimcisi | 258 |
SONSÖZ | 261 |
NOTLAR | 264 |
Tarihin akışındaki son dönüm noktası
Son yıllarda kitaplarını okuduğum üç yazar, üzerinde düşündüğüm birçok sorunun kafamda netleşmesinde çok etkili oldu. Tabii ki başkaları da var. Ama özellikle bu yazarlara ait okuduğum beş kitap, kafamdaki bilgi kırıntılarını birleştirip, mesleğim, yaşantım ve içinde bulunduğum toplumdaki rolümün şekillenmesinde etken oldu. Bu kitapları okuyan çoğu kişi de benimle benzer düşünceleri paylaşıyor. Söz konusu kitapların ortaya koyduğu iddialar ve vardıkları sonuçları değerlendirdiğimizde, belki de günümüz sorunlarının kökenini irdeleyip üzerine başka -yeni- şeyler yazmamıza gerek kalmıyor. Bahsettiğim kitapların üçü; Yuval Noah Harari’nin [i] “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens; İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi”, eserinin devamı olarak kaleme aldığı “Homo Deus; Yarının Kısa Bir Tarihi” ve “21. Yüzyıl İçin 21 Ders”. Diğeri Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’ın, “Ulusların Düşüşü”[ii] adlı eseri. Sonuncusu ise, Harvard’ın efsane hocası Prof. Michael Sandel’ın “Paranın Satın Alamayacağı Şeyler”.[iii] Aslında Prof. Sandel, Harvard Üniversitesi'nde “adalet” dersleri veriyor ve her bir dersine binden fazla öğrenci katılıyor. Sandel, öğrencileri ile birlikte tarihin derinliklerinden gelen ahlak ve değerler yumağındaki davranış kültürünü, “etik” bağlamında tartışıyor. Youtube’da yayımlanan dersler sadece entelektüel zenginleşme değil, günlük yaşamı şekillendirmede bir etik tasarım şablonu olarak da değerlendirilebilir.Kitapların çıkış-varış noktası; insanoğlunun toplumsal yaşamı şekillendirmek için 12 bin yıldır attığı her adımın sorun getirdiği, sorunların birikerek çözümsüz hale geldiği yolunda. Kısacası kaliteli yaşamak isterken, yeryüzünü yaşanmaz hale getirmişiz. İnsan olmanın erdemlerinden uzaklaşmışız. Hayvanların duygularını “kıskanır”, yaşamlarını özenle tasarlamalarına “öykünür” hale gelmişiz.Tarım devrimine uzanan süreçte insanın, bir arada yaşamı nasıl şekillendireceğine odaklı çözümleri bir süreliğine “işler” gibi görünse de sonrasında devreye giren mülkiyet kavramı “tılsımı” bozmuş. Öyle ki her şey, bir yandan doğanın kendi yasaları içinde yaşama tutunma, sonrasında da insanların birbiriyle hangi şartlarda itişip kakışacağı ve bunu bir yaşam tasarımına nasıl dönüştürebileceği kurgusundan ibaret olmuş.İşte bugün içinden çıkamadığımız, geleceğimizi karartan tüm göstergelerin kökeni o zamanlara uzanıyor.Yazarların odaklandığı nokta, “insanın karakteri”. Bu karakter, neyin nasıl olacağını şekillendiriyor. Ve sonuçta geldiğimiz noktada görüyoruz ki pek de iyiye gitmiyoruz.Kitabımda ve bazı blog yazılarımda (2016 ve sonrası) yer verdiğim insanlar ve kurumların karakterleriyle ilgili tespitler ve bunların yansımaları, sonuçları itibariyle içlerinden birden fazla ders çıkarabileceğimiz örnek olaylar var.Amaç, içerikteki olaylardan, gelişmelerden, davranışlardan dersler çıkarmak. Belki çok benzerlerini yaşadığımız ama en azından bir “bedel” ödemek durumunda kalmadığımız bu olayları, büyük bedeller ödememek adına anımsamakta yarar var. Anımsatıyorum… İyi okumalar.GİRİŞ
İnsan ömrü göz açıp kapayıncaya kadar bitiyor. İçeriden-dışardan bir kazaya uğramazsak, ortalama 75 yıllık bir zaman diliminde “yaşam” dediğimiz olgu şekilleniyor, sonumuza ilişkin ipuçları veren “birikimler haritası” olarak önümüze geliyor. 30’lu yaşlara kadar öğreniyoruz, 50’lerimize kadar öğrendiklerimizi kullanıp, “hedef” dediğimiz yerlere ulaşabilmek için çabalıyoruz, öğrenmeye de devam ediyoruz. Ve 50’lerden sonrası ise “vitesi nasıl küçültürüz, nasıl sağlıklı kalırız, yaşamı nasıl uzatabiliriz” kurgusu-çabasıyla geçiyor.Nasıl bir yaşamı geride bırakacağımız, doğal olarak “karakterimizle” ilgili. Ailenin içinde başlayan, okul, sokak ve mahalle ortamında vücut bulan, arkadaşlıklarla kimliğe bürünen “karakterimiz”, yaşamın bütününde iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin ikilemlerinde görüş ve düşüncelerimizi şekillendiriyor, bir nevi omurgamız oluyor.Tabii ki ortalama 75 yıla yayılmış senaryonun akışında özel hayatın önemli bir rolü var. “Evlenebilecek miyiz? Kiminle-kaç defa evleneceğiz? Kaç çocuğumuz olacak?” sorularıyla başlayan “özel alanımız”, beraberinde çocukların geleceklerine dair kaygılara dönüşüyor ve “her şeyi tetikleyen”, tüm kararlarımızın odak noktasına yerleşen temel dürtülerimizin önemli kaynağını oluşturuyor. Öte yandan hayatı sürdürmemiz için gerekli olan parayı kazanmamızı sağlayacak eğitime, birikim ve deneyime sahip olma zorunluluğu da bu yolculuğun ana besin kaynağı yani mutlak gereksinimi. Ama içi nasıl doldurulacak?Kuşkusuz, 20’li yaşlarımızda başlayıp 60 yaşımıza kadar aktif devam ettiğini varsaydığımız iş hayatı, bize ait ve özelimiz olması gereken hemen her şeyi etkiliyor. Nerede yaşayacağımız, hangi çevrelerin içinde olacağımız, arkadaşlıklarımız, dostluklarımız, özel hayatımız, iyi ve kötü alışkanlıklarımız, adına “iş” dediğimiz sürecin içinde şekilleniyor hep.Kartvizitimizde ne yazacağından tutun da, çalışma alanımızda kendimize yakıştırdığımız mobilya, şirketin vereceği arabanın modeli, “rakiplerimizin” kimlikleri, hangi üstünlüklerinin bulunduğu gibi “ince ayrıntılara” kadar pek çok şey rüyalarımıza giriyor, kimi zaman kâbusumuz oluyor, karakterimizi tırmalıyor. Belki de yaralar açıyor. İşte bu süreçlerde, var olan karakterimiz ortaya çıkıyor, iyi ve kötü şekilleniyor. Neyin peşinde koşmuşuz, ne elde etmişiz? Kısa günün kârı mı demişiz, uzun dönemli getirilere mi odaklanmışız? Hangi getirilere? Bunların bir anlamı var mı?Özetle, hayatı nasıl yaşamışız?Karakterimiz, iş hayatında tek başına her şeyi yönetemez. Çünkü bireyler kadar kurumların da karakteri var. Kurumların bu karakterinin oluşumunda üç boyut etkilidir. Birincisi tarihsel geçmişi, kökleri ile kurucularının sahip olduğu kültür ve değerleri. İkincisi süreçleri ve iş yapma biçimleri. Üçüncüsü de o kurumu kimlerin yönettiği, kararları kimlerin aldığı ve son sözü kimlerin söylediği. Dolayısıyla üst yönetimdeki kişilerin karakterleri. Bunların toplamı o şirketin kültürüdür ve kariyerimizle birlikte yolculuk yapar, karışan-etkileyen-yönlendiren olur. İş hayatında hedeflerimize ulaşmak için kaç farklı şirkette çalışırsak, o kadar farklı kültür, kişisel iş yapma biçimimize ve değerlerimize nüfuz eder. Şirketlerin toplantı yapma biçimlerinden, bu toplantıya katılanlara nasıl çay-kahve ikram edileceğine kadar günlük iş akışındaki her ayrıntı bu kültürün içindedir ve kuşkusuz stokların nasıl yönetileceği, üretim için hammadde tedarikindeki usul ve esaslar da buna dâhildir. Ama asıl en önemlisi, “parayı nasıl kazanacağımızla” ilgilidir.Çalışma hayatında, tercih ettiğimiz veya bizi seçen kurumlarda ömrümüzün ne kadar olacağı aslında bu karakter uyumu içinde kendini gösterir. Kimi zaman karakter uyuşmazlıkları büyük sorunlara yol açar. Bu durumlarda kurumlar kendi görevlerine son veremeyecekleri için ceketi alıp gitmek, yeni fırsatlara bakmak bize düşer.Elbette kurumsal hayatın sıkıcı, plaza esanslı, kuralcı, bürokratik, hiyerarşik monotonluğundan sıkılıp kendi işimizi kurmak da isteyebiliriz. Bir fırsatı çok sıfırlı kârlara dönüştürmekle ilgili hayallerimizin içinde, mutlaka o güne kadar adına “kurumsal kültür” dediğimiz deneyim ya da birikim yer alacaktır. Bir zaman sonra, kurumsal hayattan ayrılma nedenlerini, işimizin yan duvarları olarak kendi kendimize ördüğümüze de tanık olabiliriz. Bu duvarlar başlangıçtaki hayallerimizle sürekli çatışma halinde olacaktır. İsyan ettiğimiz kurumsal karakter aynaya her baktığımızda, şekillerinden biriyle karşımıza çıkacak, bu sarmalın içinden nasıl çıkacağımız düşünüp, didinirken bize sırıtacaktır. Belki de kader, kapısından bile geçmek istemediğimiz çok katlı plazalardan birinde ofis edinme zorunluluğuna dönüşecek ve içine düştüğümüz “sarmal canavar” öğle yemeğine gitmek için 45 dakika bekledikten sonra bindiğimiz asansörün aynasında karşımıza çıkacaktır.İş hayatının bütününde, şirketin çalışma alanından kaynaklanmayan sosyal, ekonomik ve çevresel başka etkenler de kurumların karakteri üzerinde baskın rol oynayabilir. Örneğin 1980’li yılların başında Türkiye’de bankerler furyası esmişti. Yüksek enflasyonlu ortamdaki yüksek getiriler, orta tabaka tarafından “can simidi” olarak algılanmıştı. Her köşe başında, “ne idüğü belirsiz” birtakım kişilerin “banker” olduğu bir pazar oluşmuştu. 20 yaşındaki Banker Yalçın’a paralarını emanet edenler, yitirdikleri hangi umudu yeşertmeye çalışıyorlardı acaba? “Banker” tabelasını bir iş hanı duvarına asanların kişisel karakterleri bir yana, beraberinde çalıştıkları insanların karakterleri de tahterevallinin aynı tarafında değil miydi? Sonuçta zamanın Maliye Bakanı, “Bankerlere paralarını yatıranlar kumar oynamışlardır,” dediğinde taraflar hep beraber duvara toslamış oldu. Her aşamasında “Geliyorum!” diyen küresel ‘mortgage’ krizi öncesinde, aylık taksitleri ödeyemeyecekleri ayan beyan ortada olan insanlara kredi kakalayan kurumların karakteriyle, bu kredileri pompalayan sözde kredi yöneticilerinin karakteri farklı bileşenler mi? Ya da bu kurumlara yüksek derecelendirme notu veren kurumlar ve bu kurumları yöneten yöneticiler farklı kimliklerde mi? Sonuçta yaşam; bir parçası olduğumuz, belki de bizzat kurgulayanı olduğumuz birtakım derslerin süzgeçten geçtikten sonra geriye neyi kaldıysa onunla yetindiğimiz çıktılara dönüşüyor. Bu çıktılarla da “mutluluk” oyunu oynamak durumunda kalıyoruz. Madem yaşamın bütünü, adına “iş” dediğimiz diploma vermeyen bir üniversite, o halde burada yaşadıklarımızdan karakterimize uygun ve mümkünse “mutlu sonla” bitecek dersler çıkarabiliriz. Kitabın adının esinlenildiği başlık, bloğumda yer alan bir yazı. “Bu Patronlar Şirketleri Babalarının Malı Sanıyorlar” gibi bende bambaşka ufuklar açan cümleyi, ülkemizin önde gelen holdinglerinden birinde CEO olarak görev yapan profesyonel bir dostum armağan etmişti. Bu kitapta, blog yazımda ne demek istediğim ayrıntılı bir şekilde yer alıyor. Blog başlığını ana fikir olarak kitabın kapağına da taşırken beraberine sadece “patronları” değil, onlarla birlikte en stratejik ve yaşamsal kararları veren CEO’ları ve üst düzey yöneticileri de onlarca dersin içine kattık. Daha kaliteli, insan odaklı ve gezegene duyarlı bir yaşam için bir nebze katkısı olursa ne mutlu bize…İnsan ömrü göz açıp kapayıncaya kadar bitiyor. İçeriden-dışardan bir kazaya uğramazsak, ortalama 75 yıllık bir zaman diliminde “yaşam” dediğimiz olgu şekilleniyor, sonumuza ilişkin ipuçları veren “birikimler haritası” olarak önümüze geliyor. 30’lu yaşlara kadar öğreniyoruz, 50’lerimize kadar öğrendiklerimizi kullanıp, “hedef” dediğimiz yerlere ulaşabilmek için çabalıyoruz, öğrenmeye de devam ediyoruz. Ve 50’lerden sonrası ise “vitesi nasıl küçültürüz, nasıl sağlıklı kalırız, yaşamı nasıl uzatabiliriz” kurgusu-çabasıyla geçiyor.
Meslekteki en eski dostlarımdan biri olan Salim Kadıbeşegil’in yeni kitabı elimde: Patronlar Ceo'lar ve Üst Düzey Yöneticiler İçin Kurumsal Dersler… Kitap işte bu cümle ile açılıyor…
Sevgili Salim ile ne zaman bir araya gelsek -ki son zamanlarda ne yazık ki pek sık olamıyor bu durum- laf lafı öyle açar ki zamanı bile unuturuz. Söyleşinin gündemini hep “itibar yönetimi” oluşturur. Kişisel itibardan kurumsal itibara uzanır.
Salim Kadıbeşegil “Kurumsal Dersler” de gerçekten öyle dersler vermiş ki bayıldım… Bir “karakter” tanımı yapmış ki, her eve lazım türden: “Nasıl bir yaşamı geride bırakacağımız, doğal olarak “karakterimizle” ilgili. Ailenin içinde başlayan, okul, sokak ve mahalle ortamında vücut bulan, arkadaşlıklarla kimliğe bürünen “karakterimiz”, yaşamın bütününde iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin ikilemlerinde görüş ve düşüncelerimizi şekillendiriyor, bir nevi omurgamız oluyor.”
İş dediğimiz süreç nedir? Salim, onu da pek hoş tanımlamış hemen girişte: Kuşkusuz, 20’li yaşlarımızda başlayıp 60 yaşımıza kadar aktif devam ettiğini varsaydığımız iş hayatı, bize ait ve özelimiz olması gereken hemen her şeyi etkiliyor. Nerede yaşayacağımız, hangi çevrelerin içinde olacağımız, arkadaşlıklarımız, dostluklarımız, özel hayatımız, iyi ve kötü alışkanlıklarımız, adına “iş” dediğimiz sürecin içinde şekilleniyor hep.
Kitaptan kısa notlarla devam ediyorum…
Kurumların Karakteri… Peki karakter dediğimiz şey her şeyi yönetebilir mi? Karakterimiz, iş hayatında tek başına her şeyi yönetemez. Çünkü bireyler kadar kurumların da karakteri var. Kurumların bu karakterinin oluşumunda üç boyut etkilidir. Birincisi tarihsel geçmişi, kökleri ile kurucularının sahip olduğu kültür ve değerleri. İkincisi süreçleri ve iş yapma biçimleri. Üçüncüsü de o kurumu kimlerin yönettiği, kararları kimlerin aldığı ve son sözü kimlerin söylediği. Dolayısıyla üst yönetimdeki kişilerin karakterleri. Bunların toplamı o şirketin kültürüdür ve kariyerimizle birlikte yolculuk yapar, karışan-etkileyen-yönlendiren olur. İş hayatında hedeflerimize ulaşmak için kaç farklı şirkette çalışırsak, o kadar farklı kültür, kişisel iş yapma biçimimize ve değerlerimize nüfuz eder.
Kendi İşini Kurmak İsteyenlere: Elbette kurumsal hayatın sıkıcı, plaza esanslı, kuralcı, bürokratik, hiyerarşik monotonluğundan sıkılıp kendi işimizi kurmak da isteyebiliriz. Bir fırsatı çok sıfırlı kârlara dönüştürmekle ilgili hayallerimizin içinde, mutlaka o güne kadar adına “kurumsal kültür” dediğimiz deneyim ya da birikim yer alacaktır. Bir zaman sonra, kurumsal hayattan ayrılma nedenlerini, işimizin yan duvarları olarak kendi kendimize ördüğümüze de tanık olabiliriz. Bu duvarlar başlangıçtaki hayallerimizle sürekli çatışma halinde olacaktır. İsyan ettiğimiz kurumsal karakter aynaya her baktığımızda, şekillerinden biriyle karşımıza çıkacak, bu sarmalın içinden nasıl çıkacağımız düşünüp, didinirken bize sırıtacaktır. Belki de kader, kapısından bile geçmek istemediğimiz çok katlı plazalardan birinde ofis edinme zorunluluğuna dönüşecek ve içine düştüğümüz “sarmal canavar” öğle yemeğine gitmek için 45 dakika bekledikten sonra bindiğimiz asansörün aynasında karşımıza çıkacaktır.
Kadıbeşegil, kitabın önsözünü şöyle tamamlamış… Bu sözler hepimize ders aslında:
Kitabın adının esinlenildiği başlık, bloğumda yer alan bir yazı. “Bu Patronlar Şirketleri Babalarının Malı Sanıyorlar” gibi bende bambaşka ufuklar açan cümleyi, ülkemizin önde gelen holdinglerinden birinde CEO olarak görev yapan profesyonel bir dostum armağan etmişti. Bu kitapta, blog yazımda ne demek istediğim ayrıntılı bir şekilde yer alıyor. Blog başlığını ana fikir olarak kitabın kapağına da taşırken beraberine sadece “patronları” değil, onlarla birlikte en stratejik ve yaşamsal kararları veren CEO’ları ve üst düzey yöneticileri de onlarca dersin içine kattık.
Daha kaliteli, insan odaklı ve gezegene duyarlı bir yaşam için bir nebze katkısı olursa ne mutlu bize…
***
Ellerine sağlık kardeşim… Ders almasını bilene çok yararlı bir işe imza atmışsın, kutluyorum.