Sign up with your email address to be the first to know about new products, VIP offers, blog features & more.

 “KoronaVirüs” Gerçekten Nerede?

Pandemi döneminde şirketlerin ve markaların itibarlarının nasıl etkilendiğine ilişkin araştırmalara bakıyorum. Hemen hemen hepsinde “misyon” meselesi ön planda karşımıza çıkıyor.
Ama hangi misyon?

Community by Nasscom Insights’da yer alan açılımda misyonun mutlaka toplumun beklentileri ve değerleri ile uyumlu olmasının altı çiziliyor. Bu misyonun altını dolduracak davranışlar olarak da şu iki husus açık farkla ön plana çıkıyor; koronavirüs ile mücadeleye aktif katkıda bulunmak, toplum sağlığı ve çalışanlarının sağlık güvencesi konusunda yeni politikalar geliştirmek ve uygulamak.
Araştırmalarda ortaya çıkan bir başka ortak nokta “dokunmak” (human touch). Empatinin önemi ve davranışlara yansımasının mutlaka ödüllendirileceği vurgulanıyor. Bu husus beraberinde tabii ki şirketlerin ve markaların toplumu ve tüketiciyi sosyal medya platformlarında “sosyal dinleme” alanına yoğunlaşmaları tavsiyesi ile birlikte geliyor.

RepTrak araştırmasında özellikle iletişim performansının kalitesine dikkat çekiliyor. Şeffaf, katılımcı, iki yönlü, samimi ve doğru zamanda yönetilen iletişimin herksin beklentisi olduğu vurgulanıyor. Bu anlamda “şirketler ve markalar pandemi dönemini itibarları için bir fırsata bile dönüştürebilirler” deniyor

Bilim Kurgu mu – Gerçekten Yaşıyor muyuz?

Aycan Gönenç

Covid-19 ile küresel ölçekte yaşam tasarımı yeni baştan yapılıyor.

İnsanoğlu daha önce örneğini hiç yaşamadığı bir süreçten geçiyor. Daha okuma bayramını yapmamış ilkokul öğrencilerinin acemiliğinde yaşamını şekillendirmeye çalışıyor. Bilim kurgu ile yaşanmakta olan gerçeklerin karşılıklı atıştığı bir tiyatro oyununun sahnesinde bu yaşam tasarımının ara yüzleri sorgulanıyor!

Hangi önlemin, ne kapsamda alınacağının bilinmediğinin beceriksizliğinde gelecekle ilgili senaryolar da içimizi ferahlatmıyor. Ne zaman yaşamın normalleşeceği konusunda pek bir umutlu değiliz. Normalleşmenin ne demek olduğu bile anlamını yitirdi.

Her daim yüzüne maske takacağı olsa olsa bir şaka olabilirdi.

Salgın nedeniyle sokağa çıkma yasakları/kısıtlamaları “yok artık” dedirtecek türden bir önlem anlamını taşıyabilirdi.

Sınırların kapatılması, seyahatlere izin verilmemesi ancak bilim kurgu senaristlerinin hayal gücünün sınırlarındaki işlerdi.

Maçlar, konserler, festivaller ve yaşam kurgusu içine sosyalleşmenin omurgası olan birliktelikler sanki bir daha gelmemek üzere hayatımızdan gittiler.

Ve yaşamın “olağanlığı” ile ilgili daha birçok şey belirsizlik kuyruğunda sıradan aktörlere dönüşüverdi.

Normal Ne Demek? Pozitif Duyunca Sevinmeli miyiz?

sivilsayfalar.org

Koronanın son 20 yıl içinde toplumsal yaşamın içinde ona karşı ne kadar dirençli olduğumuzu birkaç kez test ettiğini biliyoruz. Covid-19’un bu nedenle sahaya antrenmanlı çıktığını bile iddia edebiliriz.

Kendini ele vermiyor…

İnsana nasıl bulaştığı konusunda bile tahminler var ama bunlar tahminlerin ötesine geçemiyor.

Tedavi süreçlerinde bilimi çaresiz bırakıyor.

Bir sonraki adımı nasıl atabileceği konusunda ser veriyor sır vermiyor.

Kimi, ne zaman, nerede, nasıl yakalayabileceği onun o günkü ruh haline bağlı sanki…

“Aklınızı başınıza toplayın” dersi vermek istercesine bir gündem oluşturuyor.

“Normal” ve “pozitif” sözcüklerine sözlük karşılıklarından başka anlamlar yükleyerek iletişim kurduğumuz bir dönemden geçiyoruz.  Öte yandan, küresel boyutta yaşanan bu travmanın içinden; “dayanışma, şeffaflık, vicdan, yardımlaşma” gibi kavramlarla yeniden buluştuğumuzu da bir kenara not etmemiz gerek.

Gerçek Virüs Nerede?

Ancak bir gerçekle yüzleşmenin de tam sırası!

Asıl virüs içimizde. Beynimizde, kalbimize, düşüncelerimizde…

Aldığımız kararlarda…

İmzaladığımız sözleşmelerde.

Adalet adına adaletsizlik dağıttığımız mahkeme kararlarında …

Altın aramak uğruna yok ettiğimiz onbinlerce ağaçları kökleyen iş makinalarında.

İnsanca yaşam beklentilerini dile getirmek için sokaklara dökülen insanların kafalarında patlayan coplarda, tazyikli sularda, biber gazlarının dumanlarında…

Aslında içimizdeki virüstür korona ile restleşen.

Yok ettiğimiz tarım arazilerinde…

Göz yaşlarımız ile söndürmeye çalıştığımız orman yangınlarında…

Gözlerden uzak, toprağın derinliklerine itelediğimiz nükleer atıklarda…

Mülteci botları ile yaşamları ve umutları denizlerin azgın dalgalarında son bulan kadınlarda, çocuklarda, bebeklerde…

Yaşamı yaşanmaz hale getiren ve faturasını küresel ısınma ile ödemek durumunda kaldığımız her şey korona ile boy ölçüşemeyecek kapsamda insanlığın beynindeki gerçek virüs olarak bizimle birlikte yaşıyor.

Dünyanın en zengin 32 milyarderinin servetinin dünya nüfusunun yarısının toplam gelirine eşit olduğu bir gelir dağılımı adaletsizliğinin ürettiği virüstür her 40 saniyede önlenebilir hastalıklardan dolayı beş yaşına gelmeden bu dünyadan ayrılan bebekler ve çocukların durumu.

Uyuşturucu bağımlılığı virüsüdür insanoğlunun para ve güç karşısında salyalarını tutamadığı…

Rüşvet virüsüdür toplumları ahlâken çökertmenin kapılarını açan…

Din ticareti virüsüdür insanların manevi duygularını kişisel ihtiraslara tahvil eden…

Bilim ahlaksızlığı virüsüdür nikotine, zehirli tarım ilaçlarına ve daha nice insana ve doğaya zararlı girişime bilimsel uygunluk raporları veren…

Kalitesiz siyaset virüsüdür toplumları ileri değil geri götüren, insanları birbirine düşman eden, kendileri zenginleşirken halklarını fakirleştiren…

Sevgi, hoşgörü, samimiyet virüsü üretilemedi

Geçtiğimiz yüzyıl beynimiz “tüketim virüsünü” yarattı! Yaşamı kısa süre içinde “Mad Men” toplumuna dönüştürdü; “Kara Cuma”larda ceplerindeki üç kuruşlar ile birbirlerini ezerek, yumruklaşarak bir dizüstü bilgisayara sahip olabilmenin hırçınlığını tarihe not düşeceğimiz sahnelerin belleklerimize kazındığı bir dönem oldu.

Arkasından teknoloji virüsünü üretti insanoğlu.

Sosyal medyanın sosyalliği altında ezilen topluluklar haline dönüşürken de “düşünce virüsü” iş başındaydı. Şimdi bu başı bozukluğa çeki-düzen verme gayreti içinde olanlar bizzat “biz ne halt ettik” türünden laflar diyorsa da ortaya çıkan kakafoni “düşünce virüslerinin” eseridir!

“Biri bizi gözetliyor” dünyasının bireyleri haline getirildiğimiz günümüzde “özel hayatın” kalmadığı, “özgürlüklerimizin” rehinci dükkanının vitrininde bize göz kırptığı, duygularımızı bizden daha iyi bilen/tanıyan teknolojilere teslim olduğumuz gerçeğidir beynimizdeki virüsün bize gelişmişlik adına verdiği armağan!

Sevgi, hoşgörü, samimiyet virüsü üretemedi insanoğlu.

Çocukluk yaşlarının masumiyetinde bir dünyayı kucaklayamadı.

Barışı, dostluğu doyasıya yaşayamadı.

Gözlerini umarsızca kapatmayı ve huzuru düşledi hep.

Nedenleri nedensiz sorgulamak istedi. Sorgulayamadı. Sorgulatılmadı. Nedenlerin cevapları virüsü buna izin vermedi!

Koronanın belki aşısı bulunacak ve tedavisinde etkili olabilecek.

Ama gezegene ve insanlığa karşı beynimizdeki kötülük virüsünün bir aşısı olamayacak…

Kendi ürettiğimiz kötülüklerin dünyasında sığınmacı olarak yaşam devam edecek!

Sevgisiz…

Barışa hasret…

Güzelliklere sırtını dönmüş, kucağında kendi ürettiği sorunların ağırlığını kavrayamadan ömrünü tamamlayan insanlar olmaya adayız!

(*) Yazı, TEİD Etik ve İtibar Derneği’nin Süreli yayını IN Sonbahar 2020 sayısında yayımlanmıştır.

https://joom.ag/JCBC

2 Responses
  • Güler Köstem
    Aralık 6, 2020

    Harika bir yazı. Her satırı günümüz gerçeğini anlatıyor.
    İnsanoğlu Dünya’yı yok etmeden akıllansa iyi olacak.

    Ne düşünüyorsun?

    E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir